17 Haziran 2013 Pazartesi

Sonu Olmayan Bir Maceraydı Hayat

Sonu olmayan bir maceraya atılmıştı çocuk. Bu; ilk kez izleyeceği bir filme ya da henüz ilk kelimelerini okuduğu bir kitaba benziyordu onun için. Kimler çıkacaktı karşısına? Neler yaşayacaktı? Nasıl duygular hissedecekti? Bilmiyordu. Sadece ilerliyordu arkasına bakmadan. Yolun sonunda çok mutlu olacağını umabiliyordu sadece. Bunun için mücadele veriyordu. Bunun için umursamıyordu.yaşayabileceği zorlukları. İlk adımlarını attığında her şey çok yolundaydı. Sonra; teker teker kaybettiğini farketti sevdiği insanları. Farketti ki, sevdiğini sandığı insanlar, yoluna en çok taş koyanlardı. Yılmadı yine de.Çünkü; onu asıl ilgilendiren şu an bulunduğu nokta değil, yolun sonunda onu bekleyendi.
Belki çok ağladı. Belki.çok dışlandı. Yeri geldi isyan etti,pes etmek istedi. Ama etmedi. Nelere, kimlere mal olabileceği umrunda değildi. Sonu olmayan bir maceraydı hayat. Bir adım ilerisini bilmeden devam etti çocuk yoluna.

12 Mayıs 2013 Pazar

Annem İçin

Derler ya; herkesin annesi kendince en iyidir, her anne için evladı en özeldir diye. Benim annem de, benim için gelmiş geçmiş en iyi, en kusursuz anne.
Bir kere; benim için annem, anne değil sadece. Aynı zamanda bir dost, bir sırdaş, ağlanacak bir omuz, yeri geldiğinde kardeş...
Bazen türk kahvesi eşliğinde edilen uzun sohbetlerin, bazen içki sofrasında yaşanan gülüşmelerin vazgeçilmezi. Benim için annem, her şey.
Kendim olmayı, kendine yetebilmeyi annemden öğrendim ben. Evlat olmaktan önce, birey olmayı öğretti bana. Karşılaştığım zor durumlarda, "Sen, en doğru kararı verirsin." diyerek yüreklendirdi. Yeri geldi desteklemedi, ama kararıma saygı duymayı tercih etti.
Gerektiği zamanlarda ona karşı duymayı öğretti bana. Ya da babama. Çünkü; bizim için saygı, koşulsuz şartsız kabul etmek değildi. Yeri geldiğinde rahatsızlıklarımızı dile getirebilmeliydik biz de. Saygı görüyorduk ve bunun doğrultusunda saygı duymayı da öğrendik.
Yıldığım, küstüğüm, üzüldüğüm anlarım oldu. Yanıbaşımda, hep o melek ruhlu kadın durdu. Beni ayağa kaldırmayı, yüzümü güldürmeyi bildi. Gülüşü bile buna yeterdi.
Öyle içten, öyle samimi, öyle sevgi dolu ki kalbi; onu üzmek, hayal kırıklığına uğratmak en büyük korkularımdan biri haline geldi. Gizlediğim, bilmediği bir şey olsa uyku uyuyamam. O öyle bir annedir ki; en büyük dileğim, gelecekte onun gibi bir anne olabilmek. Çocuklarım tarafından, benim onu sevdiğim kadar çok sevilebilmek.

9 Mayıs 2013 Perşembe

Beklediğin

Hayatında her şey yolunda oldugunda bile bir boşluk hissediyorsun bazen. Çok iyi arkadaşların- dostların var, aile ilişkilerin çok yolunda, paran da var, ihtiyaçlarını karşılayabiliyorsun.. Ama; yetmiyor. O boşluk bir türlü gitmiyor. Durup dururken kederleniyorsun mesela, bütün keyfin kaçabiliyor. Dinlediğin bir şarkı, aşk acısı çekermişçesine hüzünlendirebiliyor seni. Acı çektirebiliyor.
Birini hayal ediyorsun sonra. Saatlerce konuşabildiğin, gülebildiğin... Gözlerine baktığında gözlerinin içini güldüren. Elleri ellerinde, dudakları dudaklarında... Kafanı göğsüne koyduğunda huzurlu hissetmek istiyorsun. Kimsenin seni anlamadığı, dinlemediği durumlarda o olsun istiyorsun.
Hani, karikatürlere konu olur ya hep; el ele yürüyen çiftler gördüğünde küfür ediyorsun gerçekten. İçten içe imreniyorsun.
"O insan ne zaman çıkacak karşıma?" diye merak ediyorsun. "Belki de hiç çıkmayacak." düşüncesi çok korkutuyor seni.
"Tanımadığımız bedenlere, hayalimizdeki kişilikleri koyup aşk sanıyoruz." diye bir söz var ya, o çok doğru bir söz. Biraz olsun arınabilmek için o boşluktan, tanımadığımız insanlara anlamlar yükleyebiliyoruz evet. Bir süre yüz gülümsetse de bu hayaller, sonrasında daha büyük bir boşluk yaratıyor, öncekinden daha fazla hüzünlendiriyor. Kısacası; ne yaparsan 
yap yetmiyor. Beklediğin o adam gelmeden, o boşluk dolmuyor.

24 Nisan 2013 Çarşamba

"O İnsan"

Hepimiz; yaşadıklarımızla orantılı olarak, farklı ruh hallerine bürünebiliyoruz. Bazı anlar mutluluktan uçarken, bazı anlar mutsuzluktan ölebiliyoruz. Bazen kırılmış, incinmiş; bazen aldatılmış; bazen çocukça heyecanlar içinde, sevgi dolu; bazen öfkeli, kızmış, küsmüş...
Zaman içinde bağımlılık yaratıyor bu duygular. Alıştırıyor kendine. Yaptığımız iyilikler ve içinde bulunduğumuz iyi haller; bizi daha iyi ve sevgi dolu bir insan olmaya sürüklüyor. Öte yandan ise; içinde bulunduğumuz zor durumlar, hayal kırıklıklarımız, bıkkınlıklarımız bizi daha duygusuz ve kötü bir insan haline getiriyor.
Öyle ki, alıştığımız bu duygular; içlerinden çıkılması güç kalıplara dönüşüveriyorlar.
İyi bir insan olmaya alışıp, çevremizdeki haksızlıkları ve kötülükleri gözlemleyemeyebiliyoruz. Kırılmaya, incinmeye müsait yapılar oluşturuyoruz kendimize. Ya da, yaptığımız kötülüklere, ani çıkışlara, taşkınlıklara o kadar kaptırıyoruz ki kendimizi; yaptığımız haksızlıkları ve kırdığımız kalpleri farkedemiyoruz.
"O insan" olmaya başladığımızda; yoldaki virajları görmeden devam ediyoruz yollarımıza. Sorgulamıyoruz. Sadece, bir şekilde ilerliyoruz. Kaçırdıklarımız ise; gün geliyor acıtıyor canımızı. Bu sefer de, çok geç olmuş oluyor.

24 Şubat 2013 Pazar

And The Oscar Goes Tooooooo

Oldum olası ödül törenlerini sevmişimdir. Golden Globe, Eurovision, People's Choice Awards, Emmy, Oscar...
Bu törenler için günler öncesinden adaylar hakkında bilgi sahibi olurum, kendimce değerlendirir favori listeleri hazırlarım ve sonrasında arkadaşlarımla fikir alışverişinde bulunurum. Törenleri izleyeceğim an ise aldığım envai çeşit abur cuburu önüme koyar koltuğuma kurulurum ve tadını çıkarmaya başlarım. 2013 Oscar Ödül Töreni öncesi yine çok heyecanlıyım. Neden heyecanlanıyorum ya da neden ok seviyorum bu törenleri bilmem. Sanırım müzik ve film dünyasından haberdar olmak, birkaç saatliğine de olsa bu dünyaya dahil olmak  bende bu duyguları uyandıran başlıca sebepler. Evet, eleştirilmek istersek ok fazla eleştiri yapabiliriz Oscar için. Mesela politik bir tören olduğunu söyleyebiliriz, tek bir tür üzerine yoğunlaştığını ve diğer türlere şans tanımadığını... Yine de bu sektöre şekillendiren, hatrı sayılır bir tören olduğunu inkar edemeyiz. En azından ben etmem. Yapılması gereken sonuçlara çok takılmamak ve tercihlerimizi farklılaştırmasına izin vermeden keyifli zaman geçirmek.
Bu seneki favorilerimi paylaşmadan önce aday listesinin linkini paylaşayım sizlerle:

http://fotoanaliz.hurriyet.com.tr/galeridetay.aspx?cid=64790&rid=4369&p=1

Les Miserables(Sefiller) şahane bir filmdi ve "En İyi Film" kategorisinde adayım kesinlikle o. Boğazımın nasıl düğüm düğüm olduğunu ve ne kadar gözyaşı döktüğümü bilmiyorum. Çok derinden etkiledi beni. Anne Hathaway mükemmel bir performans sergilemiş. Umarım "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu" ödülünü de o alır. Filmi ne kadar çok sevmiş olsam da erkek oyuncu kategorisinde Hugh Jackman favorim değil. Kendisine genel olarak pek ısınamamış olmam fikrimi etkiliyor olabilir.
Silver Linings Playbook(Umut Işığım) çok sevdiğim diğer aday film. Ancak; Oscar alabilecek yeterlilikte değil gözümde. Zaten genel değerlendirmeleri ve usta yorumcuların fikirlerini göz önüne aldığımızda akademinin Argo ya da Lincoln'ü bağrına basması daha muhtemel.
Silver Linings Playbook'u en iyi film kategorisinde yeterli bulmasam da Jennifer Lawrence'in performansı gayet başarılıydı. Altın Kürede de "En iyi Kadın Oyuncu" ödülünü kazanan oyuncu, Oscar için de aynı kategoride favoriler arasında. Yine de benim favorim The Impossible(Kıyamet Günü)daki performansıyla Naomi Watts. Zor şartlarla mücadelesi ve Evan McGregor ile uyumu görülmeye değerdi.
Erkek oyuncuya gelirsek, favorim açık ara Denzel Washington. Daha önce 2 kere Oscar kazanan ve Afrika-Amerikalı oyuncular arasında 6 kere ile en fazla Oscar adaylığına sahip olan oyuncunun başarısını bence tartışmaya gerek yok.
Yardımcı erkek oyuncu kategorisinde ise favorim yok ancak genel değerlendirmelere bakarsak çoğunluk Alan Arkin'den yana.
Şimdiden iyi seyirler :)

13 Şubat 2013 Çarşamba

Hayatımın Gizemi

21sene öncesi. Hemen sol tarafımızdaki binada komsumuz var, bir de komşumuzun kızı. İsmi Gizem.
Yakın arkadaşlar tanıştıkları günü hiç unutmaz. Ben Gizemle nasıl tanıştığımı hatırlamıyorum. Kendimi bildim bileli yanı basımdaydı. "Dostlarımız, Tanrı'nın vermeyi unuttuğu kardeşlerimizdir." diye bir söz var ya hani, işte Gizem benim o kardeşim. Birlikte güldükte biz, agladıkta. Birimiz acı çekerken digerimiz onunla birlikteydi. Açta olduk yeri geldi, yeri geldi tıka basa doyduk. Çocukluğuma, ergenliğime, hayatımın her anına dair yüzümü gülümseten hatıralarım var onunla. El ele tutuşup koşa koşa parka gitmelerimiz, henüz 1.sınıftayken ilk okuldan kaçma girişimimiz, makyaj yapmaya birlikte başlamamız... Zaman zaman çok kızıyor olsakta birbirimize, birkaç güne atlatıyoruz. Hatta artık o kadar ezberledik ki birbirimizi, neyi neden yaptıgımızı o kadar iyi biliyoruz ki, kızmak bile gelmiyor içimizden.
Öyle kabul ediyoruz birbirimizi. Annem ve babam kızları gibi seviyor onu, babamla ittifak olup beni dışlıyorlar yeri geliyor. Onun ailesi de, aynı şekilde beni ondan ayırmıyor. Günün birinde babası, bir sebepten dolayı çok kızmıştı mesela bana. Diger bütün arkadaşlarımız çok şaşırmıştı, bana nasıl öyle davranabildiğini anlayamamışlardı. Bizim cevabımız belliydi, İsmail Amca beni kızından ayırmazdı.
Bizi çok tanımayan, dostluğumuza şahit olmayan insanlar; hem bu kadar zıt olup hem de bu kadar iyi anlaşmamızı mantıksız buluyor.
Gerçekten de hemen hemen her konuda zıtızdır birbirimize. Ben sakinimdir, o her daim hareketli. Ben ılımlı olan tarafımdır, o fevridir. Ben uzlaşmacıyımdır, o sert ve saldırgan. Ben sırnaşık olanken, o sıkılıp iten. Tüm bunlara rağmen birlikteyiz, çünkü birbirimizi tamamlıyoruz. Bundan önceki 21sene nasılsa, dilerim bundan sonraki tüm senelerimizde de devam eder dostluğumuz. Yine tüm gülmelerde, aglamalarda, heyecanlarda ve çektiğimiz acılarda yanyana oluruz.

22 Ocak 2013 Salı

Çok Geç Olmadan


Her zaman söylerim “ Herkesin idealleri olmalı şu hayatta.” diye. Amaçsız, geleceğe dair planları olmayan insanları da hiçbir zaman anlayamamışımdır. Nasıl olur da bir insan önüne gelene razı olur da daha fazlasını istemez?  İstemekten ziyade, neden daha iyisine layık olduğunu düşünmez? Çünkü; düşünüyor olsa daha kaliteli bir yaşam için, daha başarılı bir kimlik için mücadele eder.
Benim için en özenilesi kavram başarıdır. Güzellik, çirkinlik zaten göreceli kavramlardır. Doğuştan sahip olduğumuz özelliklerdir ve belli başlı kozmetik müdahalelerle estetik müdahaleler dışında değiştirmek çokta mümkün değildir. Maddiyata gelirsek, o da elimizdeki imkanlara bağlıdır. Kendi işimize başlayıp kendi paramızı kazanana kadar, ailemizin maddi durumu kadar zenginizdir ya da fakirizdir. Ama; iş kişisel birikimimize ve becerilerimize geldiğinde söz kişinin kendisinde bitmekte. Ne kadar başarılı olacağımızı, ne kadar donanımlı olacağımızı biz belirliyoruz. Bu hayattan hiçbir şey  kazanamayıp olduğumuz gibi ayrılmakta bize bağlı, sosyal ve kişisel becerilerimizi olabildiğince geliştirip sıradanlıktan uzak, zengin bir hayat yaşamakta. Bir arkadaşım, istediklerimiz için birikim yapmamızla ilgili “Benim zaten ilerisi için istediğim bir şey yok ki. Okula gidip geliyorum işte.” demişti. Kendi içimde çok garipsemiştim bu yorumu. Tamam kabul, her istediğimize o anda sahip olamıyoruz belki. Maddi ya da manevi imkanlarımız da gerçekleştirmek istediklerimizin önünde engel oluşturabiliyor. Yine de, fiziksel eylemlerin ötesinde insanın düşüncelerinde, hayallerinde bir mücadele veriyor olması gerekmiyor mu? Benim şahsi kanaatim bu yönde. Zaten bir gün sonlanacak olan bu hayattan ne kazanabiliyorsak kazanmalıyız. Söyleyebiliyorsak şarkı söylemeliyiz, yapabiliyorsak resim yapmalı, yazabiliyorsak yazı yazmalıyız, dil kurslarına gitmeli ya da spor dallarıyla uğraşmalıyız. Ne yapabiliyorsak onu yamalıyız, çok geç olmadan.

Günün Sonunda Duygularımız Kurtaracak Bizi, Güzel Bakmaktan Vazgeçmek Neden?

Bir konu hakkında duygu yoğunluğum hat safhaya ulaştığında; yazmayı ve hissetiklerimi / düşündüklerimi bir kişi ile bile olsa insanlar...