28 Temmuz 2015 Salı

Kötüyüz, Neden Ben de Bilmiyorum



İlkokul yıllarımdan bir an gelir zaman zaman aklıma. 6 ya da 7. sınıf olsa gerek. Arkamda oturan arkadaşıma kötü bir şey demiştim, gayri ihtiyari. Yüzü azılmıştı bir an, üzülmüştüm. Çok üzülmüştüm. Hemen özür dilemiş, kırmak istemediğimi anlatmıştım. Yüzünde bir tebessüm belirmişti sonrasında, önemli olmadığını söylemişti. İşte o an nasıl kuş gibi hafiflediğimi, nasıl mutlu olduğumu hala hatırlıyorum.

Üzerinden yıllar geçti, hala birinin yüzünün asıldığını görsem; hele ki mutsuzluğunun - kırgınlığının sebebi bensem kahroluyorum. Doğru ya da yanlış; kendimi mutluluğun, gülümsemelerin, samimiyetin olduğu yerde daha mutlu hissediyorum. Geçen onca yılın ardından, hala o 11 - 12 yaşındaki kız çocuğunu yaşatabildiğimi bilmek, biraz da olsa değişmeden kalan bir tarafım olduğunu görmek mutlu ediyor beni. Evet, belki bunun için kendimden ödün vermem gerekiyor, belki kırılan - canı acıyan ben oluyorum ama varsın olsun. Derler ya; başını yastığa koyduğunda vicdanın rahatsa, gerisi teferruattır diye... Vicdanım rahatsa, yanlış yapmadığıma inanıyorsam ya da en azından yaptığım yanlışların farkındaysam ve bir daha tekrarlamamaya dikkat ediyorsam benden mutlusu yok.

Diğer yandan, bazen insan farkında olmadan canını yakabiliyor karşısındakinin. Kim olduğunun ve onu ne kadar kırdığının bir önemi yok. Annen, baban, kardeşin... Arkadaşın, öğretmenin, yolda gördüğün amca, kantindeki teyze... 1 saniyelik bir ani çıkış ya da bazen daha büyük haksızlıklar... O 1 saniyeyi bile, o insanın mutluluğundan çalmak hangimizin hakkı? Nasıl sahip olabiliyoruz bu lükse? Nasıl vicdanımız rahat devam edebiliyoruz hayatımıza? Bilmiyorum.

İnsanlar çoğunlukla kötü, kötüyüz. Neden? Ben de bilmiyorum. Para, kariyer, güzellik... Hepsi geçici. Baki olan, elini kalbine koyduğunda rahat nefes alabiliyor olman. Baki olan, gökyüzüne baktığında hafifleyen ruhun zaman zaman. Gerisi teferruat.

Yazının sonuna geldiğimizde ise, bu sabah ilk kez duyduğum ve çok sevdiğim parçayı paylaşıyorum seninle. Garip bir huzurla dolduruyor insanın içini.



22 Temmuz 2015 Çarşamba

Sleepless in Seattle / Sevginin Bağladıkları



‘’Eve geri dönmek gibi bir şeydi.
Ama bu ev, benim şimdiye kadar görmediğim bir yerdi.’'

Ah 90’lar… Her şeyiyle bende hayranlık uyandıran, ‘’Ben hiç bu zamanların insanı değilmişim.’’ dedirten, kendi halinde, olduğu gibi, saf ve temiz hissettiren zamanlar. 
Sanırım bu şekilde düşünmemin en büyük sebebi, çocukluğumu bu dönemde geçirmiş olmam, bilemiyorum. Bana kendimi iyi hissettiren, hatırladıkça yüzümü gülümseten ne varsa bu döneme denk geliyor sanki. 

Belki de 90’ları bu denli çok sevmemin en büyük sebeplerinden bir tanesi de, sinemaya olan tutkumu perçinleyen, beni  daha fazla izlemeye, daha fazla öğrenmeye teşvik eden yapımlarında yine bu döneme ait olması.
Başta Back to the Future, A Nightmare on Elm Street serileri olmak üzere; How to Make an American Quilt, One Fine Day, City of Angels, Liar Liar, You’ve Got Mail gibi Sleepless in Seattle da izlerken büyük keyif aldığım filmlerden. Bu yazıda ise, dün tekrar izlediğim ve bir kez daha ‘’Yahu, bir 90’lara dönsek ne güzel olurdu!’’ dedirten bu filmi anlatmak istiyorum sizlere.


Başrollerde You’ve Got Mail, City of Angels, When Harry Met Sally gibi sevilen filmlerin güzel oyuncusu Meg Ryan ile Cast Away, Forrest Gump, The Green Mile ve Saving Private Ryan gibi filmlerle başarısını kanıtlayan Tom Hanks var. 1993 yapımı bu filmin yönetmeni ise, Ryan ve Hanks ikilisiyle You’ve Got Mail filminde de birlikte çalışan Nora Ephron.

Yakın zamanda eşini kaybeden ve yeni bir başlangıç yapmak için oğluyla Seattle’a yerleşen Sam ile, evlilik arifesindeki Annie’nin hikayesine ortak oluyoruz.
Babasının mutsuzluğunu dert edinen ve ona yeni bir eş bulmak için bir radyo programına bağlanan Jonah sayesinde, bu ikilinin yolları bir şekilde kesişiyor.
Annie çalıştığı gazete için haber yapmak bahanesiyle Sam’i takip etmeye ve bu vesileyle de gerçek aşkı sorguladığında; Annie’nin uğraşlarından bir haber olan Sam de farkında olmadan ondan etkilenmeye başlıyor.
Film, alttan alttan kadınların ve erkeklerin aslında ayrı dünyaları olduğunu, ama bu dünyalarda her zaman birbirimize de ihtiyacımız olduğunu anlatan sıcacık bir dil de barındırıyor. Yağmurlu Seattle sokaklarından, New York Empire State binasına uzanan bu sevimli hikayeyi, Sam’in dünyalar tatlısı oğlu Jonah daha da tatlı hale getiriyor.

Filmin Noel arifesinde geçmesine aldanmayın, sıcacık hikayesiyle bu havalara çok yakışıyor. Romantik film sevenlerdenseniz ve üstüne üstlük 90’lar dönemine de ilgiliyseniz, Sleepless in Seattle benden size şiddetle tavsiye!

Günün Sonunda Duygularımız Kurtaracak Bizi, Güzel Bakmaktan Vazgeçmek Neden?

Bir konu hakkında duygu yoğunluğum hat safhaya ulaştığında; yazmayı ve hissetiklerimi / düşündüklerimi bir kişi ile bile olsa insanlar...