26 Mart 2019 Salı

Günün Sonunda Duygularımız Kurtaracak Bizi, Güzel Bakmaktan Vazgeçmek Neden?



Bir konu hakkında duygu yoğunluğum hat safhaya ulaştığında; yazmayı ve hissetiklerimi / düşündüklerimi bir kişi ile bile olsa insanlarla paylaşmayı, bu sayede ise duygu yoğunluğumu normal seviyelere çekmeyi tercih ediyorum.

Oldum olası, ''uzay'' bende en çok merak uyandıran konulardan biri olmuştur. Farklı galaksiler, bu galaksilerde birbirinden farklı özelliklere sahip gezegenler, küçüklü büyüklü yıldızlar, kara delikler... Sorsanız Jupiter'in çapının kaç milyar m'den ibaret olduğunu, Mars'ın yüzeyinin ne çeşit mikro partiküllerden oluştuğunu ya da Pluton'un sıcaklığının eksi kaç'larda olduğunu bilmem. Beni uzay fikrine bu kadar bağlayan şey biraz daha manevi, bu kadar kocaman bir evrende aslında ne kadar küçük olduğumuz. Günlük koşuşturmada hayatı kendimize zindan ettiğimiz dertlerimiz, küçücük hallerimizle kalkıştığımız ego savaşlarımız, aslında doyuma ulaşmak çok kolayken bizim kendi kendimize zorlaştığımız kısacık hayatlarımız. Bunları düşünüyor ve içsel büyüklüğünün farkına varamadan yitip giden hayatlar beni çok üzüyor. Kalbini geniş tuttuğunda bu küçücük bedenlerden sıyrılıp, daha ulvi bir şeye dönüşebildiğini fark ettiğinde kıymetli bir şeye dönüşüyorsun aslında.



Her şeyden önce, herkesi olduğu gibi kabul edebilmenin altında yatıyor tedavi. Her bireyin farklı bir alt yapıya, farklı beklentilere, farklı bakış açılarına sahip olduğunu kabul edip, olduğu şekliyle kabul edebildiğimizde daha kolay hale geliyor birlikte yaşamak. Standart kalıplara uydurmaya çalışmadan, onu farklı yapan yönleri ''güzel'' görmeye başladığımızda aslında kendi problemlerimizden de arınmış oluyoruz. Çünkü insan, kendi beklentileri üzerinden diğer insanların doğrularını ve yanlışlarını yorumlamaya kalktığında, karşısındakinin sınırlarını kendisi belirlemeye çalıştığında ve zorladığında iletişim kuramıyoruz. Ki, hep söylediğim bir söz olarak, arkadaşlık olsun, romantik ilişkiler olsun; problemler hep konuşamamaktan kaynaklanıyor. Kendimizi ifade etmeye korktuğumuzda, karşımızdakini kırmaktan çekindiğimizde içimize atıyoruz ama bedenlerimiz bir noktada engelleyemiyor fikirlerimizi ve davranışlarımızla aslında bir şekilde dışarıya vuruyoruz. Bugün trip atmak dediğimiz, bencillik dediğimiz negatif bir çok söylemin temelinde de konuşmaktan kaçındığımız durumlar yatıyor.

İnsanları ve aslında evrendeki her şeyi olduğu gibi kabul etmeye, maskenin altındaki güzelliği görmeye odaklı bir insan olmamın yanında, çok keskin çizgilerle tahammül edemediğim iki insan tipi var. Küstah ve dünyaya at gözlüğü ile bakan insanlar, aslında çevrelerine yansıttıkları ile daha başka bir çok kötü özelliği de beraberinde getiriyor.

Küstah dediğim sınıftakiler, kendi doğrularını genel geçer doğrular olarak kabul edip, bunlar üzerinden diğerlerinin doğrularını yargılamaya kalkanlar oluyor. Karşısındakinin iç yüzünü görme çabasına girmeden, davranışlarının altında yatan ve aslında kendisinden farklı olmasının da sebeplerini bilmeden yorumlarda bulunabiliyorlar. Arkadaşlarımdan en fazla duyduğum yakınma cümlesini beraberinde getiriyor bu durum ''ben onun için bunları yaptım, o benim için yapmadı. ben onun için çok emek arf ettim, o benim için aynılarını yapmadı.'' Hep dediğim, herkesin emek veriş şekli bir diğerinden farklı. Bizim için gidip sarılmak çok kolay olabiliyorken belki, o insan için göz teması kurmak çok zorlayıcı bir tecrübe olabilir ve eğer onun için zorken bunu yapabiliyorsa bu da kıymetli bir çaba değil mi? Hem şu da var, kendi mutluluğumuzu hayatımızdaki diğer etkenlerin üzerinde tutma eğilimizden midir bilmem, negatif olanı kabullenmeyi öğrenemiyoruz. Can acıtır, ama olanı kabul etmek omuzlarımızdaki bir ağırlıktan da kurtulmamıza yardımcı olur kabullenmek. ''Sen elmayı seviyorsun diye, elma da seni sevmek zorunda mı?'' diye sormuş Nazım. Biz birini seviyoruz ya da değer veriyoruz diye, karşımızdakiden de aynı yaklaşımı bekleyebilir miyiz? Pnu buna zorlayabilir miyiz? Zorla gelen güzellikten ne kadar hayır göreceğiz sonra? Belki de gelmeyişinin sebebi, gelmeyişinin gelişinden daha hayırlı olması değil mi? Daha sonra, daha güzeline erişeceğiz belki. Akışına bırakmayı öğrenmek için çok sabırsızız.

Buradan hareketle, tahammül edemediğim diğer tavra ulaşıyoruz aslında, çevremize at gözlüğü ile bakmak. Kendi küçük dünyasında kaybolan, gelişmeye kapalı ve yerinde saymayı alışkanlık edinmiş, yerinde saymayanları en azından yerinde saymamak için mücadele veren insanları yaftalayan, öğrenebileceklerinin bir sınırı olmadığını göremeyen ve aslında kendi potansiyeline de en büyük haksızlığı yine kendisi yapan insan tipi. Yine çok sevdiğim bir sözle bağlamak istiyorum, Yunus Emre'nin de dediği gibi ''bildiklerim okyanustaki bir toplu iğne ucu kadar.''

Dünya her gün kendine yeni şeyler katarak dönüyor. Bir yerlerde yeni bir kafe açılıyor, yeni bir deney yapılıyor, yaşadığımız her gün tarihte bir olay olarak not ediliyor aslına baktığınızda. Güzel bir pazar kahvaltısının ardından yeni bir kitaba başlamak da güzel bir kazanım olabilir bir insan için, akşam iş dönüşü Youtube'dan 20 dakikalık bir TED konuşması izleyip daha önce bilmediği bir şey öğrenmek de. İlgi alanları ve o an almaya ihtiyaç duydukların doğrultusunda değişebilir bu kazanımlar, ama mücadele etmekten, kendinize inanmaktan lütfen vaz geçmeyin. ''Artık enerjim yok, yorgunum'' gibi sözler sarf ederek, kendi potansiyelinizi lütfen heba etmeyin. İnsanın kendine yaptığı en büyük haksızlığın bu olduğunu düşünüyorum ben.

Hayatı daha büyük bir çerçeveden gözlemlemeye çalışmak, kendi içimde verdiğim ego savaşlarını
çözmemde ve başkalarının tavırları altında ezilmemi engelliyor. ''Bırak'' diyorum, onlar kendilerini ne kadar büyük sanırsa sansın. Evren bunlara takılmayacak kadar büyük ve zaten kısa olan hayatımı dertlerime boğularak heba edemem diyorum. Varsın insanlar kendi kötülüklerinde boğulsun, ben her zaman güzel olana inanmaya ve bunun bizi kurtaracağına inanmaya devam ediyorum. Çünkü biliyorum, küçücük bir tebessüm hayat kurtarıcı olabiliyor zaman zaman. Günümüzü daha güzel hale getirebiliyor. Gülümsemek bulaşıcı, sen gülümsediğinde ve mutlu ettiğinde aslında bir zincirin halkaları gibi bir süreklilik yaratmış da oluyorsun. İstisnalar da olabiliyor tabii, ama ''güzel'' görme mücadelesine devam ettiğinde, tecrübe ttiğim kadarı ile görüyorum ki güzel olanı şekillendirmeye başlıyorsun eninde sonunda.

Herkes ister çok parası olsun, daha büyük bir evde yaşasın, sürekli seyahat etsin, ofis çalışanı olarak değil genel müdür olarak çalışsın. Bazen, daha fazlasına sahip olmak için bazılarımızın daha fazla çaba sarf etmesi gerekiyor. Her zaman sahip olabileceğinin de garantisi yok üstelik. Olsun, asıl zenginliğin, gerçekten içimize sinen hayatlar yaşamamızın sırrının maneviyatta yattığına inanıyorum ben. Buna ister din diyin, ister enerji yaymak olsun adı. Çakralarımı açıyorum diyin ya da. Ben her zaman ''Allah'ım, her zaman kalbimi dinleyebilmem için, kararlarımı alırken kalbime güvenebilmem için bana yardım et.'' diye koyuyorum başımı yastığa. Her zaman da bu kadar mutlu ve umutlu, bu kadar sevgi dolu değilim bu arada. Yine de mücadele ediyorum ve inanıyorum, mücadele ettikçe daha fazla yaşadığımızı hissediyoruz. En büyük temennim, bir gün et ve kemikten oluşan şu bedenim toprağa karıştığında; beni hatırlayan tanıdıklarımın yüzünde bir tebessüm olarak belireyim. Hani tadı damağınızda kalan filmler vardır, hatırlayınca yüzünüzde küçük bir tebessüm belirir. Bu hissin tarifi yok. Ben dedemi ne zaman hatırlasam tebessüm ederim mesela. Ne eşsiz bir miras.

Yıllar içinde, ara ara illa ki karşıma çıkan şu video ile bitirmek istiyorum yazımı. Tüm yazının özeti belki de. Günün sonunda duygularımız kurtaracak bizi. Güzel bakmayı sık sık hatırlatınız kendinize efenim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Günün Sonunda Duygularımız Kurtaracak Bizi, Güzel Bakmaktan Vazgeçmek Neden?

Bir konu hakkında duygu yoğunluğum hat safhaya ulaştığında; yazmayı ve hissetiklerimi / düşündüklerimi bir kişi ile bile olsa insanlar...