20 Şubat 2015 Cuma

Still Alice / Umudunu Kaybetme



Alzheimer, beni en çok etkileyen hastalıkların başında gelir.  İyi - kötü biriktirilen tüm anılarınızın, hayatınızın yitip gitmesi ve üstüne üstlük henüz bir tedavisinin de bulunmamış olması; gerçekten hayret verici. İzlediğim bir filmde ya da okuduğum bir kitapta bu konu karşıma çıktığında, farkında olmadan hikayeye kaptırmış buluyorum kendimi. Hele bir de iyi işlenmiş bir hikayeyse bu; hayatı sorgulamaktan, derin düşüncelere dalmaktan kurtulamıyorum.

İşte 'Still Alice' bu iyi işlenmiş hikayelerden bir tanesi. Lisa Genova’nın kitabından uyarlanan filmin yönetmenlik koltuğunda Richard Glatzer ve Wash Westmoreland oturuyor. Oyuncu kadrosu ise zengin; başrollerde Julianne Moore, Alec Baldwin, Kate Bosworth ve Kristen Stewart yer alıyor. Ayrıca Julianne Moore’un filmdeki performansıyla ‘En İyi Kadın Oyuncu’ dalında Altın Küre kazandığını, yine aynı kategoride Oscar’a da aday olduğunu belirtmekte fayda var.




Üniversitede dilbilimi profesörü olan Alice Howland; başarılı bir akademik kariyere, mutlu bir evliliğe, iyi bir eşe ve gurur duyduğu üç çocuğa sahiptir. 50. yaşgününün ardından, hayatında bazı pürüzler ortaya çıkmaya başlar. Kullanmak istediği kelimeleri hatırlayamaması, koşu yaparken kaybolması gibi sıkıntıların üzerine bir nöroloğa gözükmeye karar verir. Aldığı sonuçlar; ne kendisini ne de ailesini hiç mutlu etmeyecektir. İşin kötü tarafı; yakalandığı alzheimerin bu çok ender türü, çocuklarını da etkilemektedir.

Ayakları yere sağlam basan, kariyer sahibi bir kadının; zamanla uğruna emek verdiği her şeyi kaybetmesi, güçlü durabilmek için verdiği mücadeleye rağmen olmak istemediği bir insana dönüşmesi ve bu süreçte kocası ve çocuklarıyla ilişkisinin de farklı bir boyut kazanması; filmi izlerken sizi derinden etkiliyor. Filmin alzheimer hastalığını hem hasta, hem hasta yakınları tarafından ele alması, oyuncuların birbiriyle uyumu ve başarılı performansları, konunun 1,5 saat gibi kısa bir sürede akıcı bir biçimde işlemesi; filmi başarılı yapan ögelerden. Özellikle Julianne Moore’in izleyiciye aktardığı duygu geçişleri ve yarattığı ‘direnen güçlü kadın figürü’ Oscar adaylığını haklı çıkartıyor. Yine de 'Kazanmalı mı?’ diye sorarsanız, bence Rosamund Pike ya da Reese Witherspoon ödülü daha çok hakediyor.

Günün Sonunda Duygularımız Kurtaracak Bizi, Güzel Bakmaktan Vazgeçmek Neden?

Bir konu hakkında duygu yoğunluğum hat safhaya ulaştığında; yazmayı ve hissetiklerimi / düşündüklerimi bir kişi ile bile olsa insanlar...