30 Aralık 2012 Pazar

Ona Kimse "Tavuk" Diyemez



Kullandığım başlık, çok sevdiğim film kahramanının en sık kullandığı replik. Orjinali "Nobody calls me chicken" olan repliğin sahibi ise Marty McFly. Bu karakter benim için gelmiş geçmiş en değerli, en sevilesi, en eğlenceli karakter. Mevzu bahis filmimiz ise bilmeyenler için söyleyeyim; Geleceğe Dönüş (Back To The Future). Nereden başlasam, nasıl toparlasam da bu metni derli toplu bir metin haline getirsem bilmiyorum. Yazımı yazarken diğer yandan da filmin müziklerini dinliyorum. O kadar çok söylemek istediğim şey var ki filmle ilgili, o kadar çok şey ifade ediyor ki bir kelimeye başlarken başka bir kelime geliyor aklıma ve karmaşaya engel olmak için büyük çaba sarfediyorum. Neyse, derin nefes alıp bir giriş yapmanın vakti geldi sanırım.
Filmimiz üçlemeden oluşuyor. İlki 1985, ikincisi 1989, üçüncüsü ise 1990 yapımı. Yönetmenliğini Robert Zemeckis, yapımcılığını Steven Spielberg'in yaptığı üçlememizin başrolleri Michael J. Fox (Marty Mcfly) ve Christopher Lloyd'a (Doctor Emmett Brown) ait. Filmin dağıtımcısı ise Universal Pictures. Yola 19.000 lik bütçeyle çıkan film bu rakamın 20 katı hasılat elde etmiştir.




İlk filmin konusunu ise kısaca özet geçelim ki izleyecek olanlara spoiler vermemiş olalım. Marty Mcfly, Hill Valley adlı kasabada yaşayan 17 yaşında müzik tutkunu bir gençtir. Kasabasında yaşayan diğerleri tarafından "kaçık" olarak nitelendirilen ve dışlanan Dr. Emmett Brown ile yakın arkadaştır. Dr. Brown bir gün Marty'i arar ve yeni icadını onunla paylaşmak ister. Bu bir zaman makinasıdır. Marty ve Dr. bu yeni icadı incelerken terörist saldırısına uğrarlar ve Marty kaçmaya çalışırken 1985ten 1955e gider. İşte hikayemiz bu noktada başlar. İkinci ve üçüncü filmlerde ise bu ilk filmle bağlantılı olaylar yaşanır.
Teknik bilgiler dışında, filmin benim için ifade ettiği noktalara da değinmek istiyorum. Şöyle ki, öyle bir film ki ne zaman izlesem (ayda birkaç kez izlediğim olur) yaşama sevinciyle dolarım. Gerçekleştirmek istediğim hayallere daha da sıkı sıkıya bağlanırım. Yaşamakta olduğumuz zamanın ne kadar kıymetli olduğunun farkına varırım. Filmle çocuk filmi diye dalga geçen tanıdıklarım oldu. Bu noktada, bakmakla görmek arasındaki farkın devreye girdiğini düşünüyorum. Zaman geçirmek için, alelade bir şekilde, aklınızda başka başka türlü düşünceler varken izlerseniz anlam ifade etmeyebilir. Diğer yandan, kendinizi vererek ve sorgulayarak izlediğinizde filmin önemli mesajlar içerdiğini farkedeceksiniz. Mesajları geçtim, Mcfly-Brown ikilisinin ilişkisi için bile izlenir bu film. Öyle doğallar, öyle sempatikler ki bir süre sonra hayatınızdaki birileriymiş gibi bağlanıyorsunuz karakterlere. Eklemek istediğim bir diğer konu ise, filmin geniş kitleleri etkilediği ve yankılarının günümüzde bile nasıl devam ettiğidir. Örneğin Nike markası 2011 yılında, ikinci filmde görülen bir   ayakkabı modelini satışa çıkarmıştır. Modelin adı merak edenler için "Air Mag". Ünlü İngiliz pop-rock grubu Mcfly, adını filmden esinlenerek almıştır. Günümüzde büyük hayran kitlelerine sahip Supernatural, The Big Bang Theory gibi dizilerde filme yapılan göndermeler ve filmden esinlenen bölümler mevcut. Metni uzatabilirim ama sanırım sıkılmamanız adına şu anki hali yeterli. Ölmeden önce izlenmesi gereken filmler listesindeki bu filmi ölmeden önce izleyin derim. Aşağıda paylaştığım soundtrack dışında "Power Of Love" , "Back In Time" ve "Johny Be Good" da dinlenmesi gerekenler arasında.


27 Aralık 2012 Perşembe

İsyan


İnsanlar garip, insanlar anlaşılmaz, insanlar yorucu. Belki de hayatı bu kadar çekilmez kılan, bizi zorlayan en büyük etken de bu. Çevremizdeki insanları anlamaya çalışarak, ilişkilerimizdeki sorunları halletmeye uğraşarak tabir-i caizse kafayı yiyoruz. Belki de sadece ben bu haldeyim bilmiyorum. Yakın arkadaşlarım takıntılı, çok düşünen bir insan olduğumu söylerler. Durup düşününce haklı oldukları kanaatine varıyorum. Bazen o kadar yoruyor ki beni bu durum, o kadar daralıyorum ki kaçıp gidesim geliyor yaşadığım çevreden. Hiç tanımadığım bir ortamda, etrafımda insanlar olmadan biraz sakinleşmek istiyorum. Oysa ki ne kadar da sorunsuz, ne kadar da uyumlu bir insanım. Herkes kendi hayatını yaşar, herkesin kendi doğruları vardır benim gözümde. Hiç kimseyi kişisel tercihlerinden dolayı yargılamam, genelde pozitifimdir, insanları terslememeye-kırmamaya özen gösteririm. Çünkü, aldığımız nefesin bile son bulacağını bildiğim bu dünyada, fındık kabuğunu doldurmayacak sebeplerle insanları üzmeye hakkım olmadığına inanırım. Sadece benim değil, kimsenin hakkı yok buna. Ne kadar üzülmüş olursak olalım, kafamız ne kadar meşgul olursa olsun, geçmişte ne kadar yanmışsa da canımız; başka bir canı acıtmaya hakkımız yok. Bu demek değildir ki, başkalarını üzmemek adına kendimizi üzelim. Diğerlerinin canı acımasın diye kendi doğrularımızdan vazgeçelim. İşte ben en büyük yanlışı bu noktada yapıyorum. Hoşlanmadığım davranışlara tahammül etme zahmetine giriyorum. Ben diğerlerinin davranışlarına tebessüm ederken benim davranışlarım sorgulanıyor, müdahale edilmeye çalışılıyor ya da eleştiriye maruz kalıyor. Tamam, eleştiriye karşı bir insan değilim. Tabii ki insanlar düşüncelerini sarf etmekte özgürler. Ama bu davranışlar kendini yinelemeye devam ederse, atılan adıma yorum yapılmaya başlanırsa hoşgörü sınırını aşmış demektir. En kötüsü de tüm bunların bilincinde olup, değişeceğim diyip, ertesi sabah aynı kişi olarak uyanmak. Yaşadıkça daha çok öğreniyor insan evet, her hatadan bir ders çıkartıyor, zamanla akıllanıyor. Ben de geçmişe göre daha güçlü hissediyorum artık, daha az tahammül ediyorum. Yine de henüz istediğim noktada değil. Yine de gösterdiğim çabayı karşımdakilerden göremiyorum. Belki de çaba göstermemeyi öğrenmem gerek, kim bilir.

5 Aralık 2012 Çarşamba

İyi Ki Varım



Başlığı okuyunca kuvvetle muhtemel "Bu kız ne kadar kendini beğenmiş, ne zannediyor kendini?" gibi düşüncelere bürüneceksiniz. Fakat; yazının devamında, işin iç yüzünün çok daha başka olduğunu anlayacağınızdan eminim.
Bugün 3 Aralık ve benim doğum günüm. Kendimi bildim bileli doğum günleri değerli  olmuştur benim için. Değerli hissettiğim günler olmuştur. Kendimi seviyorum. Yanlışlarımla, doğrularımla, hatalarımla, eksiklerimle... İyi ya da kötü tüm özelliklerimle seviyorum. Ben buyum. Hissettiğim gibi güzelim, olduğum gibi. Ayrıca; çokta seviliyorum ve bu gerçekten minnettar olduğum bir durum. Bazen, bu sevginin altında ezildiğimi hissediyorum. Çünkü; ekstra bir şey yapmıyorum. Sadece, bir insanı seviyorum ve o doğrultuda davranıyorum.
İnsanların beni görünce suratlarında oluşan tebessümü seviyorum. Benim yanımda iyi hissetmelerini, benimle konuşmayı sevmelerini seviyorum. Bazıları çok yalap şalap, çok sırnaşık olduğumu söylüyor. Söylesinler, değişmeyeceğim. Değişmeyeceğim çünkü; an gelipte geçmişe baktığımda "Keşke onu ne kadar sevdiğimi bilseydi." demek istemiyorum. Sevdiğim insana sevdiğimi söylememişsem, öpmemişsem, sarılmamışsam sevmemin ne anlamı kalır ki? Bazen bu davranışlarımın karşılığını alamayıp üzüldüğüm de oluyor. İşte bu sebeple, sevgi dolu kalbim hem en büyük armağanım hem de en büyük lanetim.
"İyi ki varsın" diyorlar bana. "Hep var ol" diyorlar. O insanlara şunu söylemek istiyorum, hayatınızdaki yerim için minnettarım. Bana doğru bir hayat sürdüğümü, hayatımda güzel şeyler yaptığımı hissettiriyorsunuz. O yüzden de diyorum ki ""İyi ki varım." ve "İyi ki doğmuşum."

Günün Sonunda Duygularımız Kurtaracak Bizi, Güzel Bakmaktan Vazgeçmek Neden?

Bir konu hakkında duygu yoğunluğum hat safhaya ulaştığında; yazmayı ve hissetiklerimi / düşündüklerimi bir kişi ile bile olsa insanlar...