12 Mayıs 2013 Pazar

Annem İçin

Derler ya; herkesin annesi kendince en iyidir, her anne için evladı en özeldir diye. Benim annem de, benim için gelmiş geçmiş en iyi, en kusursuz anne.
Bir kere; benim için annem, anne değil sadece. Aynı zamanda bir dost, bir sırdaş, ağlanacak bir omuz, yeri geldiğinde kardeş...
Bazen türk kahvesi eşliğinde edilen uzun sohbetlerin, bazen içki sofrasında yaşanan gülüşmelerin vazgeçilmezi. Benim için annem, her şey.
Kendim olmayı, kendine yetebilmeyi annemden öğrendim ben. Evlat olmaktan önce, birey olmayı öğretti bana. Karşılaştığım zor durumlarda, "Sen, en doğru kararı verirsin." diyerek yüreklendirdi. Yeri geldi desteklemedi, ama kararıma saygı duymayı tercih etti.
Gerektiği zamanlarda ona karşı duymayı öğretti bana. Ya da babama. Çünkü; bizim için saygı, koşulsuz şartsız kabul etmek değildi. Yeri geldiğinde rahatsızlıklarımızı dile getirebilmeliydik biz de. Saygı görüyorduk ve bunun doğrultusunda saygı duymayı da öğrendik.
Yıldığım, küstüğüm, üzüldüğüm anlarım oldu. Yanıbaşımda, hep o melek ruhlu kadın durdu. Beni ayağa kaldırmayı, yüzümü güldürmeyi bildi. Gülüşü bile buna yeterdi.
Öyle içten, öyle samimi, öyle sevgi dolu ki kalbi; onu üzmek, hayal kırıklığına uğratmak en büyük korkularımdan biri haline geldi. Gizlediğim, bilmediği bir şey olsa uyku uyuyamam. O öyle bir annedir ki; en büyük dileğim, gelecekte onun gibi bir anne olabilmek. Çocuklarım tarafından, benim onu sevdiğim kadar çok sevilebilmek.

9 Mayıs 2013 Perşembe

Beklediğin

Hayatında her şey yolunda oldugunda bile bir boşluk hissediyorsun bazen. Çok iyi arkadaşların- dostların var, aile ilişkilerin çok yolunda, paran da var, ihtiyaçlarını karşılayabiliyorsun.. Ama; yetmiyor. O boşluk bir türlü gitmiyor. Durup dururken kederleniyorsun mesela, bütün keyfin kaçabiliyor. Dinlediğin bir şarkı, aşk acısı çekermişçesine hüzünlendirebiliyor seni. Acı çektirebiliyor.
Birini hayal ediyorsun sonra. Saatlerce konuşabildiğin, gülebildiğin... Gözlerine baktığında gözlerinin içini güldüren. Elleri ellerinde, dudakları dudaklarında... Kafanı göğsüne koyduğunda huzurlu hissetmek istiyorsun. Kimsenin seni anlamadığı, dinlemediği durumlarda o olsun istiyorsun.
Hani, karikatürlere konu olur ya hep; el ele yürüyen çiftler gördüğünde küfür ediyorsun gerçekten. İçten içe imreniyorsun.
"O insan ne zaman çıkacak karşıma?" diye merak ediyorsun. "Belki de hiç çıkmayacak." düşüncesi çok korkutuyor seni.
"Tanımadığımız bedenlere, hayalimizdeki kişilikleri koyup aşk sanıyoruz." diye bir söz var ya, o çok doğru bir söz. Biraz olsun arınabilmek için o boşluktan, tanımadığımız insanlara anlamlar yükleyebiliyoruz evet. Bir süre yüz gülümsetse de bu hayaller, sonrasında daha büyük bir boşluk yaratıyor, öncekinden daha fazla hüzünlendiriyor. Kısacası; ne yaparsan 
yap yetmiyor. Beklediğin o adam gelmeden, o boşluk dolmuyor.

24 Nisan 2013 Çarşamba

"O İnsan"

Hepimiz; yaşadıklarımızla orantılı olarak, farklı ruh hallerine bürünebiliyoruz. Bazı anlar mutluluktan uçarken, bazı anlar mutsuzluktan ölebiliyoruz. Bazen kırılmış, incinmiş; bazen aldatılmış; bazen çocukça heyecanlar içinde, sevgi dolu; bazen öfkeli, kızmış, küsmüş...
Zaman içinde bağımlılık yaratıyor bu duygular. Alıştırıyor kendine. Yaptığımız iyilikler ve içinde bulunduğumuz iyi haller; bizi daha iyi ve sevgi dolu bir insan olmaya sürüklüyor. Öte yandan ise; içinde bulunduğumuz zor durumlar, hayal kırıklıklarımız, bıkkınlıklarımız bizi daha duygusuz ve kötü bir insan haline getiriyor.
Öyle ki, alıştığımız bu duygular; içlerinden çıkılması güç kalıplara dönüşüveriyorlar.
İyi bir insan olmaya alışıp, çevremizdeki haksızlıkları ve kötülükleri gözlemleyemeyebiliyoruz. Kırılmaya, incinmeye müsait yapılar oluşturuyoruz kendimize. Ya da, yaptığımız kötülüklere, ani çıkışlara, taşkınlıklara o kadar kaptırıyoruz ki kendimizi; yaptığımız haksızlıkları ve kırdığımız kalpleri farkedemiyoruz.
"O insan" olmaya başladığımızda; yoldaki virajları görmeden devam ediyoruz yollarımıza. Sorgulamıyoruz. Sadece, bir şekilde ilerliyoruz. Kaçırdıklarımız ise; gün geliyor acıtıyor canımızı. Bu sefer de, çok geç olmuş oluyor.

24 Şubat 2013 Pazar

And The Oscar Goes Tooooooo

Oldum olası ödül törenlerini sevmişimdir. Golden Globe, Eurovision, People's Choice Awards, Emmy, Oscar...
Bu törenler için günler öncesinden adaylar hakkında bilgi sahibi olurum, kendimce değerlendirir favori listeleri hazırlarım ve sonrasında arkadaşlarımla fikir alışverişinde bulunurum. Törenleri izleyeceğim an ise aldığım envai çeşit abur cuburu önüme koyar koltuğuma kurulurum ve tadını çıkarmaya başlarım. 2013 Oscar Ödül Töreni öncesi yine çok heyecanlıyım. Neden heyecanlanıyorum ya da neden ok seviyorum bu törenleri bilmem. Sanırım müzik ve film dünyasından haberdar olmak, birkaç saatliğine de olsa bu dünyaya dahil olmak  bende bu duyguları uyandıran başlıca sebepler. Evet, eleştirilmek istersek ok fazla eleştiri yapabiliriz Oscar için. Mesela politik bir tören olduğunu söyleyebiliriz, tek bir tür üzerine yoğunlaştığını ve diğer türlere şans tanımadığını... Yine de bu sektöre şekillendiren, hatrı sayılır bir tören olduğunu inkar edemeyiz. En azından ben etmem. Yapılması gereken sonuçlara çok takılmamak ve tercihlerimizi farklılaştırmasına izin vermeden keyifli zaman geçirmek.
Bu seneki favorilerimi paylaşmadan önce aday listesinin linkini paylaşayım sizlerle:

http://fotoanaliz.hurriyet.com.tr/galeridetay.aspx?cid=64790&rid=4369&p=1

Les Miserables(Sefiller) şahane bir filmdi ve "En İyi Film" kategorisinde adayım kesinlikle o. Boğazımın nasıl düğüm düğüm olduğunu ve ne kadar gözyaşı döktüğümü bilmiyorum. Çok derinden etkiledi beni. Anne Hathaway mükemmel bir performans sergilemiş. Umarım "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu" ödülünü de o alır. Filmi ne kadar çok sevmiş olsam da erkek oyuncu kategorisinde Hugh Jackman favorim değil. Kendisine genel olarak pek ısınamamış olmam fikrimi etkiliyor olabilir.
Silver Linings Playbook(Umut Işığım) çok sevdiğim diğer aday film. Ancak; Oscar alabilecek yeterlilikte değil gözümde. Zaten genel değerlendirmeleri ve usta yorumcuların fikirlerini göz önüne aldığımızda akademinin Argo ya da Lincoln'ü bağrına basması daha muhtemel.
Silver Linings Playbook'u en iyi film kategorisinde yeterli bulmasam da Jennifer Lawrence'in performansı gayet başarılıydı. Altın Kürede de "En iyi Kadın Oyuncu" ödülünü kazanan oyuncu, Oscar için de aynı kategoride favoriler arasında. Yine de benim favorim The Impossible(Kıyamet Günü)daki performansıyla Naomi Watts. Zor şartlarla mücadelesi ve Evan McGregor ile uyumu görülmeye değerdi.
Erkek oyuncuya gelirsek, favorim açık ara Denzel Washington. Daha önce 2 kere Oscar kazanan ve Afrika-Amerikalı oyuncular arasında 6 kere ile en fazla Oscar adaylığına sahip olan oyuncunun başarısını bence tartışmaya gerek yok.
Yardımcı erkek oyuncu kategorisinde ise favorim yok ancak genel değerlendirmelere bakarsak çoğunluk Alan Arkin'den yana.
Şimdiden iyi seyirler :)

13 Şubat 2013 Çarşamba

Hayatımın Gizemi

21sene öncesi. Hemen sol tarafımızdaki binada komsumuz var, bir de komşumuzun kızı. İsmi Gizem.
Yakın arkadaşlar tanıştıkları günü hiç unutmaz. Ben Gizemle nasıl tanıştığımı hatırlamıyorum. Kendimi bildim bileli yanı basımdaydı. "Dostlarımız, Tanrı'nın vermeyi unuttuğu kardeşlerimizdir." diye bir söz var ya hani, işte Gizem benim o kardeşim. Birlikte güldükte biz, agladıkta. Birimiz acı çekerken digerimiz onunla birlikteydi. Açta olduk yeri geldi, yeri geldi tıka basa doyduk. Çocukluğuma, ergenliğime, hayatımın her anına dair yüzümü gülümseten hatıralarım var onunla. El ele tutuşup koşa koşa parka gitmelerimiz, henüz 1.sınıftayken ilk okuldan kaçma girişimimiz, makyaj yapmaya birlikte başlamamız... Zaman zaman çok kızıyor olsakta birbirimize, birkaç güne atlatıyoruz. Hatta artık o kadar ezberledik ki birbirimizi, neyi neden yaptıgımızı o kadar iyi biliyoruz ki, kızmak bile gelmiyor içimizden.
Öyle kabul ediyoruz birbirimizi. Annem ve babam kızları gibi seviyor onu, babamla ittifak olup beni dışlıyorlar yeri geliyor. Onun ailesi de, aynı şekilde beni ondan ayırmıyor. Günün birinde babası, bir sebepten dolayı çok kızmıştı mesela bana. Diger bütün arkadaşlarımız çok şaşırmıştı, bana nasıl öyle davranabildiğini anlayamamışlardı. Bizim cevabımız belliydi, İsmail Amca beni kızından ayırmazdı.
Bizi çok tanımayan, dostluğumuza şahit olmayan insanlar; hem bu kadar zıt olup hem de bu kadar iyi anlaşmamızı mantıksız buluyor.
Gerçekten de hemen hemen her konuda zıtızdır birbirimize. Ben sakinimdir, o her daim hareketli. Ben ılımlı olan tarafımdır, o fevridir. Ben uzlaşmacıyımdır, o sert ve saldırgan. Ben sırnaşık olanken, o sıkılıp iten. Tüm bunlara rağmen birlikteyiz, çünkü birbirimizi tamamlıyoruz. Bundan önceki 21sene nasılsa, dilerim bundan sonraki tüm senelerimizde de devam eder dostluğumuz. Yine tüm gülmelerde, aglamalarda, heyecanlarda ve çektiğimiz acılarda yanyana oluruz.

22 Ocak 2013 Salı

Çok Geç Olmadan


Her zaman söylerim “ Herkesin idealleri olmalı şu hayatta.” diye. Amaçsız, geleceğe dair planları olmayan insanları da hiçbir zaman anlayamamışımdır. Nasıl olur da bir insan önüne gelene razı olur da daha fazlasını istemez?  İstemekten ziyade, neden daha iyisine layık olduğunu düşünmez? Çünkü; düşünüyor olsa daha kaliteli bir yaşam için, daha başarılı bir kimlik için mücadele eder.
Benim için en özenilesi kavram başarıdır. Güzellik, çirkinlik zaten göreceli kavramlardır. Doğuştan sahip olduğumuz özelliklerdir ve belli başlı kozmetik müdahalelerle estetik müdahaleler dışında değiştirmek çokta mümkün değildir. Maddiyata gelirsek, o da elimizdeki imkanlara bağlıdır. Kendi işimize başlayıp kendi paramızı kazanana kadar, ailemizin maddi durumu kadar zenginizdir ya da fakirizdir. Ama; iş kişisel birikimimize ve becerilerimize geldiğinde söz kişinin kendisinde bitmekte. Ne kadar başarılı olacağımızı, ne kadar donanımlı olacağımızı biz belirliyoruz. Bu hayattan hiçbir şey  kazanamayıp olduğumuz gibi ayrılmakta bize bağlı, sosyal ve kişisel becerilerimizi olabildiğince geliştirip sıradanlıktan uzak, zengin bir hayat yaşamakta. Bir arkadaşım, istediklerimiz için birikim yapmamızla ilgili “Benim zaten ilerisi için istediğim bir şey yok ki. Okula gidip geliyorum işte.” demişti. Kendi içimde çok garipsemiştim bu yorumu. Tamam kabul, her istediğimize o anda sahip olamıyoruz belki. Maddi ya da manevi imkanlarımız da gerçekleştirmek istediklerimizin önünde engel oluşturabiliyor. Yine de, fiziksel eylemlerin ötesinde insanın düşüncelerinde, hayallerinde bir mücadele veriyor olması gerekmiyor mu? Benim şahsi kanaatim bu yönde. Zaten bir gün sonlanacak olan bu hayattan ne kazanabiliyorsak kazanmalıyız. Söyleyebiliyorsak şarkı söylemeliyiz, yapabiliyorsak resim yapmalı, yazabiliyorsak yazı yazmalıyız, dil kurslarına gitmeli ya da spor dallarıyla uğraşmalıyız. Ne yapabiliyorsak onu yamalıyız, çok geç olmadan.

15 Ocak 2013 Salı

Tanışalım mı?




İnsanlar vardır; tanıdığınız andan itibaren hayatınızı değiştirirler. Sizi daha mutlu, hayatınızı daha çekilir hale getirirler. Yine insanlar vardır, onları tanıdığınız güne lanet ettirirler. Günlerinizi-gecelerinizi onlara ve yaptıklarına isyan ederek geçirirsiniz. Oysa öyle bir insan vardır ki; onu tanımadan geçen bir ömür demek, boşa geçmiş bir ömür demektir. Asıl olan o insanı tanımaktır. Bence;  her şeyden önce, insan kendisini tanımalıdır. Bu gerçekleştiğinde yaşamak daha anlamlı bir hal alır. Diğerleri; ana karakterinin siz olduğunuz bir filmin  figuranlarından farksız kalır. O halde gelin kendi filmimi anlatayım sizlere.
Adım Aydan. 03 Aralık 91 doğumluyum. İstanbul-Ağvalıyım. Bir erkek kardeşim var. Boyum 1.68, kilom 60, kan grubum A rh(+)...
Entelektüel insanı severim. Vakit geçirdiğim insanlardan bir şeyler öğrenebilmek benim için önemli. Yoksa bütün zamanını enseye tokat göte şaplak modunda geçirmenin kime kazanç sağladığı görülmüş? Bu bağlamda, herkesin kişisel uğraşları olması gerektiğine inanmaktayım. İster futbol olur bu, ister video oyunları, kitaplar,teknoloji, bilim, hayvanlar...
Ot gelip ot gitmek pek bana göre bir yaşam biçimi değil. Mesela ben; genel olarak filmlerle haşır neşirim. Oyuncular, yapımcılar, yönetmenler, film müzikleri gibi hususlarla elimden geldiğince ilgilenmeye alışırım. Bir dergide, gazetede ya da internet sayfasında rastladığım ilgimi çeken röportajları okumaya gayret ederim.Zaten kariyerimle ilgili planlarım da kültür-sanat gazeteciliği üzerine. Kim bilir; belki günün birinde bir Yekta KOPAN, bir Mesut YAR ya da Özge UZUN olabilirim.
Astroloji de ilgi alanlarım arasında önemli yere sahip. Yaşamımızın bu dünya ile sınırlı olmadığını, uzaydaki diğer cisimlerin de büyük etkisinin olduğunu düşünürüm ve yine fırsat buldukça astroloji ile yeni bilgiler edinmeye alışırım.
Öğrenmeye aç bir insanım ben. Sorgulamadan doğruluğunu kabul etmem genelde  bir şeylerin. Bu aralar ise mitoloji, kuantum fiziği ve evrim teorisi öğrenmek istediğim konular arasında. Sonuçta insanız ve bünyemiz, onu istediğimiz kadar geliştirmeye müsait. Niçin daha azıyla yetinelim?
İlişkilerde ise en önem verdiğim nokta saygı. Herkese saygı duyarım ve herkesle arkadaşlık yapabilirim. Bu kişi ister muhafazakar olsun ister hayat kadını, ister heteroseksüel olsun ister homoseksüel... Ben onunla geçirdiğim zamanın verimliliğine bakarım, kişisel tercihlerine müdahale etme gereği duymam. Gerekten ziyade hakkım olmadığını düşünürüm. Doğal olarak karşımdakinden de saygı beklerim. Kavga da etmem mesela ben. Kavganın bir çeşit cahil savunması olduğuna inanırım. Kelime dağarcığı gelişmiş, konusunda bilgi sahibi ve kendisini iyi ifade edebilen insanlar kavgaya gerek duymaz. Sorunlarını konuşarak, etik ilkelere uygun şekilde tartışarak halledebilirler.
Şükürler olsun ki hayatım, çoğu zaman mutlu anılara ev sahipliği yaptı benim. Her zaman maneviyatı güçlü bir insan oldum. Maddi zorlukların gelip geçici olduğuna inandım ve çokta üzerinde durmadım. Yeri geldi, dershane masrafları için alışıp aileme destek oldum, yeri geldi beğendiğim ayakkabıyı alabilmek için çalıştım. Kimseden destek beklemedim, kendi emeklerinle sahip olmanın çok daha fazla mutlu ettiğini öğrendim. Ve bunun seni daha güçlü yaptığına. Mutsuz da oldum, yorgun da... Takıntılı ve yaşama enerjimin azaldığını hissettiğim de oldu. Ama; üstesinden gelmeyi bildim. Çünkü geçiyordu, daha önce denemiştim.



Günün Sonunda Duygularımız Kurtaracak Bizi, Güzel Bakmaktan Vazgeçmek Neden?

Bir konu hakkında duygu yoğunluğum hat safhaya ulaştığında; yazmayı ve hissetiklerimi / düşündüklerimi bir kişi ile bile olsa insanlar...