24 Kasım 2014 Pazartesi

Karşınızda Zeki Müren


Zeki Müren; sevelim ya da sevmeyelim herkesin hakkında az çok bir şeyler bildiği, şarkılarını duyduğunda hiç olmazsa birkaç cümlesine eşlik edebildiği, etkisi yaşadığı dönemin sonrasında da süren eşsiz bir sanatçı.
Yapı Kredi Kültür Merkezi'nde, geçtiğimiz günlerde açılan 'İşte Benim Zeki Müren' sergisi ise, bizlere sanatçıyı daha yakından tanıma fırsatı sunuyor. Hepimizin sanatçı kişiliği ile tanıdığı Müren'i bir birey olarak yorumlama şansına erişiyoruz.
Zeki Müren kimdir, nasıl bir çocukluk geçirmiştir, nelerden hoşlanır, neleri sevmez, garip huyları nelerdir...? Fotoğrafların yanında yer alan sanatçıya ait kişisel notlar, kimlik belgeleri, yakınlarının yazdığı mektuplar, sahne kostümleri, hayran hediyeleri gibi birçok nesne ile daha yakından tanıma şansına eriştiğim sanatçıyı ben çok sevdim. Ne kadar ince düşünceli, saygılı, sevgi dolu bir insan olduğunu görmüş oldum. Onun hakkında okuduğum hikayeler; tebessüm etmemi sağladı, zaman zaman ise hüzünlendim. Keşke daha fazla kalabilseydi aramızda dedim. Yıllarca hiç kahvaltı etmemiş mesela Zeki Müren. İçkisine hiç buz atmamış, serinlemek için elinde tutarmış. Sahne programlarını büyük bir titizlikle hazırlarmış, öncesinde ve sonrasında sahne alacak isimlerden, hangi şarkıda hangi kıyafeti giyeceğine kadar tüm detaylarla kendisi ilgilenirmiş.
Çocukken erkeklerle anlaşamazmış, onunla dalga geçmelerine katlanamazmış. Kız çocuklarıyla arkadaşlık eder, bez bebekleriyle oynarmış.
İşte burada, çok dikkat çekici bir özelliği ile de çıkıyor karşımıza Müren. Günümüzde bile LGBT hareketleri hoş karşılanmıyorken, insanlar farklı eğilimleri nedeniyle toplımdan dışlanıyor hatta şiddete maruz kalıyorken; o yıllarda toplumun her kesimi tarafından sevilen, takdir edilen bir insan olmayı başarmıştır. Peki nasıl?  Bu konuyla ilgili edindiğim çok farklı bir hikayeyi de paylaşmak istiyorum; bir grup eli sopalı kişi, dövmek için Zeki Müren'i bekliyor. Konser alanına geldiklerinde bu grubu görenler, arabadan inmeye çekinirken Müren iniyor ve o adamlara yöneliyor. 'Hoşgeldiniz, buyrun hepbirlikte konserime davetlisiniz.' diyor. O eli sopalı adamlar, ellerindekini bırakıp en önden konseri izlemeye gidiyorlar. İşte sevgi dolu kalbi ve cesareti ile o dönemde bile olduğu gibi sevildiğini, kabul edildiğini görüyoruz.
Yine dikkat çekici bir özelliği ise, Müren'in müzikal anlamdaki yeteneğinin dışında, resim ve edebiyat gibi sanat dallarında da çok başarılı olduğu. Mimar Sinan döneminden kalma çalışmaları yer alıyor sergide; ki bu çalışmalar bu dönem için bile oldukça modern, oldukça iddialı.
Keyifli zaman geçirmek ve Zeki Müren'in benzersiz dünyası ile tanışmanız için tavsiye edebileceğim sergi, 20 Aralık tarihine kadar açık ve ücretsiz.










6 Kasım 2014 Perşembe

Üniversitenin Ardından

Üniversiteden mezun oluşumun üzerinden birkaç ay geçti. O savsak savsak dolandığımız, dünyanın en saçma konularından tutun da kuantum fiziğine kadar derin konuları konuşarak saatlerimizi harcadığımız, durup durup delicesine gülüp alakasız konulara hunharca üzüldüğümüz günleri şimdiden çok özledim. Psikolojik bozukluklara yol açan sınav dönemlerini, sürekli arkasından atıp tuttuğumuz danışmanımızı bile özledim gerçekten, kendime hayret ediyorum.
Çalışma dünyası çok mu korkunç peki? Yani yoo… Henüz bu sorunun cevabını verebilecek kadar uzun kalmadım bu dünyada. Belki de henüz çok yeni olduğum için bu bocalamam. Yeni insanlar tanıyorsunuz, hepsi birbirinden farklı. Neyi severler, nasıl şeylerden hoşlanırlar bilmiyorsunuz. Ne derecede disiplinliler, ne şekilde davranmanızı istiyorlar bilmiyorsunuz. Bunun da ötesinde; isterseniz üniversitede dereceye girmenizi sağlayan mükemmel notlara sahip olmuş olun, aslında ne kadar eksik olduğunuzu fark ediyorsunuz iş dünyasında. Övünmenizi sağlayan, ‘donanım’ olarak kabul ettiğiniz hiçbir özelliğiniz burada işe yaramıyor. Hep daha fazlasına sahip olmanız gerekiyor. Çevrenizde daha fazlasına sahip olan insanlar, sizin eksik hissetmenize sebep oluyor. Kimseyle değilse bile, kendinizle bir mücadeleye girişiyorsunuz. Hata yapmaktan korkuyorsunuz, bu korku gerçekleştireceğiniz başarıları da gölgeliyor belki de.
Sabredip, zamanla her şeyin daha iyi olacağını hayal ediyorsunuz. Kendinizi geliştireceğiniz, başarılı işlere ve ilişkilere sahip olacağınız bir gelecek düşlüyorsunuz.


22 Ağustos 2014 Cuma

Hatalardan Ders Çıkartılmıyor, Öyle Zamanla Da Geçmiyor

Hata yapmak insanlara mahsus derler. İnsan hata yapar, pişman olur, ders çıkartır... Zamanla ne yapıp ne yapmaması gerektiğini öğrenir.
Her zaman düzgün bir insan olmaya çalıştım. Dürüst olmaya, sevgi dolu olmaya, hak yememeye, paylaşmaya, insanları kırmamaya çalıştım. Beni yetiştiren harika aileye layık olmaya çalıştım. Arkadaşlarım için iyi bir arkadaş olmaya çalıştım. Yeri geldi kendi kendimi harap ettim; ama hep o düz çizgiyi korumaya çalıştım. Ne kadar çalışıp çabaladıysam, o kadar tökezledim. Yokuş aşağı yuvarlanırken doğrulmam daha güç oldu her seferinde. Her tökezleyiş biraz daha acıttı canımı. Kendime açtığım yaralarım daha belirgin bir hal almaya başladı.
İnsan hata yaptıkça öğrenmiyor aslında. Yaptığı hatalar o kadar acıtıyor ki canını; o acılara bir yenisini daha eklemeye korkuyor. Belki de o yaralar hiç iyileşmiyor. 
İnsan hata yapar, zamanla unutur derler. Bunlar; acı çeken birine karşıdan bakıp söylenecek laflar. Empati kurmaya çalışırız ya hani hep. O iş öyle olmuyor işte; hatalarından duyduğu pişmanlık yiyip bitiriyor insanı. Kalbine bindirdiği yükü taşıyamaz oluyor zamanla. En kötüsü de; insan korunaklı bir dünya yaratmaya çalışırken kendine; en çok kendi canını yakıyor. Kendiyle barışması daha uzun zaman alıyor. Hep kendine kaçıyor insan. İçini kendiyle doldurmaktan daha fazlası gelmiyor elinden.*

*Yekta Kopan \ Becerikli Bay Kerim İnal


12 Ağustos 2014 Salı

Bu İşte Bir Yalnızlık Var

Bu İşte Bir Yalnızlık Var, uzun zamandır izlemek isteyipte ertelediğim bir filmdi. Geçenlerde izleyebildim ve kesinlikle beklentilerimin ötesinde bir film olduğunu söyleyebilirim. Daha önce fragmanını izlemiştim, iki insanın yasak aşkının anlatıldığını düşünüyordum ki film çok daha derin bir hikayeye sahipmiş. Yönetmenliğini Hakan Ketche'nin yaptığı film; Tuna Kiremitçi'nin aynı adlı kitabından bir uyarlama. Engin Altan Düzyatan, inanıyorum ki tüm kadınların beğenerek izlediği bir oyuncu. En azından ben henüz "beğenmiyorum" diyen kimseyi görmedim. Başarılı oyunculuğunun yanında; etkileyici tavırları, ağzı, burnu, boyu, posu... Öhöm öhöm! Maşallah diyelim.Özgü Namal ise; zaten beğendiğim bir oyuncudur ve bu film boyunca da çok tatlıydı. Ne kadar güzel olduğunu düşünmekten kendimi alamadım. Oyunculuğu çok duruydu, zorlama olan tek bir sahne yoktu. Hikayesinden bahsetmemiz gerekirse; Mehmet, eşinden boşanmış ve bu evliliğinden sahip olduğu kızına son derece bağlı bir adamdır. Önceden bir rock grubunun üyesiyken, şu an müziğe eğilimli gençlere gitar eğitimi vermektedir. Alt kat komşusu Ayşe; uzun zamandır arkadaşlık yaptığı, eşiyle problemler yaşayan bir kadındır. Eşinin, bir tartışma sonrası evi terketmesi ve uzun süre geri dönmemesi üzerine; Mehmet ile birlikte onu aramaya koyulurlar. Daha fazla zaman geçirmeleri, Mehmet'in duygularını sorgulamasına sebep olur. Devamı filmde... Ama şunu söyleyebilirim ki; gayet keyifli, müzik dolu bir hikaye sizleri bekliyor. Sahnelerin geçtiği mekanlar da oldukça çarpıcı ve seyir keyfini arttırır nitelikteydi. Özellikle bir Anadolu Yakası sakini olarak; Kadıköyde önünden geçtiğim, arada oturup bir şeyler içtiğim tanıdık yerleri görmek hoş bir duyguydu. Bozcaada'nın yeşilini görmekte bu yaz günlerinde iyi gelebilir. 
Müzik demişken; Harun Tekin'den "Bu İşte Bir Yalnızlık Var" ve Atiye'den "Yeter" filmin dinlenmesi gerekenlerinden. 


9 Haziran 2014 Pazartesi

Yorgunum Dostlarım Yorgunum Yorgun

Zamanla blogu kişisel günlüğümmüşçesine kullanmaya başlarsam hiç şaşırmayın. Gerçi kim şaşıracak, gören de binlerce takipçiye hitap ediyorum sanır. İlahi ben...
Bu günlerde tek söyleyebileceğim şey; çok yorgun olduğum. Söylemeye bile mecalim yok keza. Düşünüyorum öyle. Çok yorgun olduğumu düşünüyorum. Off... Neden yorgunsun, n'apıyosun diye sorsanız; verecek bir cevabım bile yok. Yaptığım bir aktivite yok çünkü. Yatıyorum, yemek yiyorum, uyuyorum, Doctor Who izliyorum, müzik dinliyorum, yine yemek yiyorum... Twitter, Instagram falan. Facebook'u sevmiyorum. Arada yazı yazıyorum işte böyle... Esasında yapmam gereken o kadar çok şey var ki! Bitirme projemi 2 hafta sonra teslim etmem gerekiyor mesela. Ama henüz adamakıllı başlamadım bile. Yarın finallerim başlıyor. Canım "Medya Ekonomisi Ve İşletmeciliği". Daha tek satır okumadım. Allahtan sınav 15.30'da. Okulda biraz göz atarım. Vizem de 90, ortalamayı düşürmesem iyiydi... İşte böyle türlü türlü düşünceler var kafamda sayın takipçi. Hiçbirini yapmak istemiyorum, üşeniyorum, ama düşünüyorum bu kez daha da bir yorgun hissediyorum kendimi. Perşembe günü kep atma töreni var. Basın yemini etmemiz gerekiyormuş, ne olduğundan haberim yok. Google'da aratmak dünyanın en kolay işi oysa ki. Bu yazıyı da yazıyorum çünkü bunu yazmasam ders çalışmam gerek. Aman saat geç oldu zaten, yatayım erken kalkarım. Daha saçlarımı da düzleştirmem gerek. Dünya'nın en önemli meselesi; saçlarımın düz olması çünkü. Gören atomu parçalıyorum sanır. Bu arada ben şu şarkıyı dinliyorum şu an, çok güzel sen de dinlesene;
(Not: Başlıkta İbrahim Tatlıses'in "Yalnızım Dostlarım"ından esinlendim aslında. "Yalnızım" kısmını hep "Yorgunum" olarak söylerim. Neden bilmem... )



28 Mayıs 2014 Çarşamba

Schindler's List \ ''Schindler'in Listesi

Gözlerinizin önünde yaşanan zulümler olduğunu düşünün. Ne kadar seyirci kalabilirsiniz? Statünüz, mal varlığınız ya da sahip olduğunuz güçlü çevre sizi ne kadar tatmin edebilir? Vicdanınızın sesini ne kadar bastırabilirsiniz? İşte bu noktada yaşananları; Oskar Schindler'in gözleriyle tecrübe ediyoruz.
Yönetmenliğini Steven Spielberg'in yaptığı, başrollerini Liam Neeson ve Ralph Fiennes'in paylaştığı filmimizin yapım tarihi 1993. Film ayrıca; 2004 yılında Amerika Birleşik Devletleri Kongre Kütüphanesi tarafından "kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli" filmler arasına seçilmiş.
Hikayemiz; Oskar Schindler'in, 2.Dünya Savaşı'nda iş kurmak amacıyla Polonya'ya gelmesiyle başlıyor. İnsanların savaş ortamındaki çaresizliğinden ve tüketim malzemelerine duyduğu ihtiyaçtan faydalanarak; kısa sürede hatrı sayılır iş adamlarından biri haline geliyor. Tabii bu arada genelkurmaylardan siyasilere çok güçlü ittifaklar da ediniyor kendine. Fabrikasında, başta daha düşük maliyetli oldukları için çalıştırdığı yahudilerle, zaman içinde yakın ilişkiler kuruyor. Derken; savaş ortamı kızışıyor. Polonya'daki yahudi halkı; yaşam alanlarından toplama kamplarına alınıyor. İşkence görüyorlar, aç bırakılıyorlar ve hatta askerlerin can sıkıntıları uğruna katlediliyorlar. Bu noktada konuya Amon Goeth isimli bir komutan dahil oluyor ki; filmin sonuna kadar benden sağlam küfürler yemişliği vardır.
Filmin ilk yarısı durağan ilerliyor, ayrıca siyah beyaz oluşu da sizi bunaltabilir ama yılmadan sonuna kadar devam edin derim. Zira; ben bu başyapıtı izlemek için bu kadar geç kaldığım için oldukça üzgünüm.
Hikayenin en can alıcı yönü; sadece kazandığı parayı umursayan Nazi Partisi destekçisi bir adamın; yaşadığı duygusal değişim ve iç hesaplaşmaları sonucu her şeyini feda ederek insanları kurtarmaya çalışması sanırım. Unutmadan ekleyeyim; hikaye gerçek yaşamdan uyarlamadır ve Oskar Schindler'in mezarı; günümüzde Kudüs'te bulunmaktadır.

6 Nisan 2014 Pazar

KOÜ'de Son Sene

Gün geçmiyor ki, bir üniversite öğrencisi daha son senesinde depresyona girmesin. Yalnız değilim biliyorum; çevremdeki herkes bir yandan gelecek kaygılarıyla, bir yandan özgürlüğe kavuşacak olmanın heyecanıyla dolu.
Nereden başlasam? Önce avantajlarına mı değinsem bu bitişin; yoksa dezavantajlarına mı?
Heey gidi dört sene... Üniversiteyi kazandığım 2010 senesi dün gibi aklımda. Kocaeli Üniversitesi'ni kazandığım için çok üzülmüş ve deli gibi ağlamıştım. Çünkü; gerek dershane öğretmenlerim, gerekse tercih kılavuzu bana İstanbul içinde bir okulu kazanabileceğimi söylüyordu. Velhasıl kelam, öyle ya da böyle gözyaşlarımdan arınıp, bu yeni dünyayı beklemeye koyuldum. En azından gazetecilik bölümünü kazanabildiğim için mutluydum. Okulun ilk günü... Biraz heyecan, biraz endişe, tereddütler bir yandan... Nitekim, geç kalmış olmanın da etkisiyle yanlış sınıfa bile girmiştim. Hem de dersin ortasında :)
Derken, film makarası çok hızlı sarıldı ve okulun bitişi için son üç ayı bekliyoruz. Ne zaman geçti o kadar dönem, nereye kaydettik o kadar anıyı bilmiyorum. Şunu gönül rahatlığı ile söyleyebilirim ki; içim buruk ayrılacağım buradan. Üniversite yaşamının bana kattıklarına müteşekkirim. Her şeyden önce, ilk gün okula adımını atan çocuk, bir yetişkin artık. Hayatı, sosyal ilişkileri, farklı kültürleri, farklı inançları, sorgulamayı öğrendi. Çok güzel dostlar edindi. Çok güldü, biraz ağladı, susmaması gerektiği zaman sustu belki ama ne zaman sesini çıkarması gerektiğini de öğrendi zamanla. Ortaokul ya da lisede taktığı pembe gözlükleri, üniversite sıralarında çıkardı. O yüzdendir ki; akademik kariyerin yanında, kendimizi tanımamız için de üniversite eğitiminin çok gerekli olduğunu düşünüyorum.
Dört seneyi arkada bırakmak, mezuniyet sonrasına endişeyle yaklaşmak kolay değil biliyorum. Bu durumu ben de çok düşünüyorum, dertleniyorum. "İş bulabilecek miyim, binlerce mezun var, kendimi daha fazla geliştirmem gerekiyor, hangi alana yönelmeliyim, hemen çalışma hayatına atılmak istiyor muyum... ? " Bu sorular hepimizin kafasını meşgul ediyor; ama olaya bir de olumlu yönden bakmayı deneyelim. Sonuçta iyi-kötü üniversiteden mezun oluyoruz illa ki bir iş buluruz. Devamında kendimizi farklı açılardan geliştirebiliriz. Kişisel zevklerimize, beklentilerimize yönelik adımlar atabiliriz. Ne bileyim; belki bir dil kursu, bir sertifika programı, kişisel gelişim kursları... Artık ayağımıza dolanan, kafamızı meşgul eden o "okul" düşüncesinden, derslerden, ödevlerden, zorunluluktan kurtuluyoruz. Ortaokuldan sonra biliyorduk ki liseye gidecektik, liseden sonra üniversite. Şu an ise bizi bekleyen hayat. Ne istiyorsak onu gerçekleştirmek için var yollar önümüzde. Diyeceğim şu ki; derin nefes alın ve yaklaşan bahar günlerinin tadını çıkartın. Katılacaksanız; mezuniyet partileriniz için hazırlıklara başlayın, okul bittikten sonra deneyebileceğiniz seçeneklere odaklanın, kendinize zaman ayırın... Tabii; benim gibi bitirme projenizi bu günlere bırakmadıysanız. He bıraktıysanız, son günlerimizde bu projelerle delirmemeyi umuyorum hepimiz adına :)

Günün Sonunda Duygularımız Kurtaracak Bizi, Güzel Bakmaktan Vazgeçmek Neden?

Bir konu hakkında duygu yoğunluğum hat safhaya ulaştığında; yazmayı ve hissetiklerimi / düşündüklerimi bir kişi ile bile olsa insanlar...