Üniversiteden mezun oluşumun
üzerinden birkaç ay geçti. O savsak savsak dolandığımız, dünyanın en
saçma konularından tutun da kuantum fiziğine kadar derin konuları konuşarak
saatlerimizi harcadığımız, durup durup delicesine gülüp alakasız konulara
hunharca üzüldüğümüz günleri şimdiden çok özledim. Psikolojik bozukluklara yol
açan sınav dönemlerini, sürekli arkasından atıp tuttuğumuz danışmanımızı bile
özledim gerçekten, kendime hayret ediyorum.
Çalışma dünyası çok mu korkunç
peki? Yani yoo… Henüz bu sorunun cevabını verebilecek kadar uzun kalmadım bu
dünyada. Belki de henüz çok yeni olduğum için bu bocalamam. Yeni insanlar
tanıyorsunuz, hepsi birbirinden farklı. Neyi severler, nasıl şeylerden
hoşlanırlar bilmiyorsunuz. Ne derecede disiplinliler, ne şekilde davranmanızı
istiyorlar bilmiyorsunuz. Bunun da ötesinde; isterseniz üniversitede dereceye
girmenizi sağlayan mükemmel notlara sahip olmuş olun, aslında ne kadar eksik
olduğunuzu fark ediyorsunuz iş dünyasında. Övünmenizi sağlayan, ‘donanım’
olarak kabul ettiğiniz hiçbir özelliğiniz burada işe yaramıyor. Hep daha
fazlasına sahip olmanız gerekiyor. Çevrenizde daha fazlasına sahip olan
insanlar, sizin eksik hissetmenize sebep oluyor. Kimseyle değilse bile,
kendinizle bir mücadeleye girişiyorsunuz. Hata yapmaktan korkuyorsunuz, bu korku
gerçekleştireceğiniz başarıları da gölgeliyor belki de.
Sabredip, zamanla her şeyin daha
iyi olacağını hayal ediyorsunuz. Kendinizi geliştireceğiniz, başarılı işlere ve
ilişkilere sahip olacağınız bir gelecek düşlüyorsunuz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder