“Nasıl geçti habersiz, o güzelim yıllarım
Bazen gözyaşı oldu, bazen içli bir şarkı...”
Bugünkü yazım; üstteki dizelerden de anlaşılacağı gibi
kaynağını geçmişten alıyor. Geçmişe özlemden. Bahsettiğim geçmiş ise “lise
yılları”.
Yazıyı yazmamda belki de en büyük etken dün üstüste
izlediğim iki lise komedisi filmi. Büyüdüğümü hissettim, bir zamanlar lanet
ettiğim o günlere artık dönemeyecektim, ütülemeye üşendiğim o üniformayı artık
giymiyordum, sabahki zoraki uyanmalar yoktu, makyaj yapmak bile zevkli değildi
Ayten Hocaya yakalanma korkusu olmadan... Evet; benim komedimin hayat bulduğu yer “Ümraniye
Lisesi”ydi. Nefret ettiğim Ümraniye ilçesinin en ana caddelerinden birinin
üstünde, kızlarının Ümraniye lise modasını oluşturduğu, erkeklerinin kasım
kasım kasılıp okul bahçelerinde modelvari yürüyüşleriyle tanındığı, kavgasız
haftasının olmadığı, derse girmeden önce sıra olurken bile büyük eğlencelere ev
sahipliği yapan canım okulum.
İlk gün okula gitmeye utandığımı hatırlıyorum. O kadar güzel
kızlar, o kadar yakışıklı erkekler vardı ki girişte. Ben daha çocukluğu
pürüzlenmemiş, ayakları yere sağlam basmayan bir küçük kızcağız. Herkes
öylesine emindi ki kendinden benim okula
girmem için annemin devreye girmesi gerekmişti. Evet, lisenin ilk günü beni okula annem götürmüştü J
Neyse ki içeriye girdiğimde ortaokuldan arkadaşlarımı
bulmuştum da ürkekliğimi çabuk atlatmıştım. Bilenler bilir, lisede birkaç
kişilik arkadaş grubuna sahip olmak büyük bir armağandır. Daha güçlü, daha
yenilmez, daha güzel ya da daha yakışıklı hissedersin kendini. Zamanla o
arkadaşların bazıları daha da çok yer eder kalbinizde, bazıları ise yerini daha
sağlam arkadaşlara bırakır. Birlikte aşk acısı çektiğiniz, birlikte
eğlendiğiniz, birlikte kurallara karşı gelmeye çalıştığınız, birlikte
cezalandırıldığınız, birlikte kıskandığınız, birlikte yaşadığınız
arkadaşlarınız.
Lise demek öğrenmek demek, isyan etmek demek, kendini kabul
ettirme çabası demek, acı çekmek demek.
“Liseye gitmek istemiyorsun ama, en güzel acılar lisede
çekilir. Kaçıracağın onca acıyı düşün.” Der yeğenine Frank “Little Miss
Sunshine”da.
Bir düşünsenize ne kadar acıklı günler yaşamışız cidden. En
büyük derdimin sevdiğim çocuğun yeni kız arkadaşı olduğunu zannederdim. Onunla
geçireceğim bir günü, hayatımın geri kalanına yeğelerdim. Zaten, o zamanlar
şimdiki kadar kendiyle barışıkta değildim, ağlamalarla zırlamalarla başetmeye
çalışırdım o büyük acımla. Arkadaşlarım da aşıktı benim gibi. Bazısı haftada
bir sevgili değiştirirken, bazısı benim
gibi yıllarca aynı insana sadık kalmıştı. Kısaca hepimiz aşıktık o dönem. Bir
de işin en komik kısmı isim takmalar vardı. Gerek arkadaşlarımıza gerekse
sevdiğimiz insanlara taktığımız isimler, yıllar sonra bile popülaritesini
korumakta. Sevdiğim insan kırmızı mont giyiyor diye “Kırmızı Pırıltı” dediğimi
hatırlıyorum. O zamanlar “Kopuk, Keş, Hurdacı, Piko” diye seslendiğimiz
arkadaşlarım ise ayrı bir dünya. Hala aramızda geçer bunların esprisi. Nasıl
geldim bu günlere inanın bilmiyorum. Nasıl da geçti göz açıp kapayıncaya kadar
koca 4 sene?
Çok özlediğim için, hatırlamak ve hatırlatmak istediğim için
biraz uzun oldu bu sefer. Şunu da söyleyip bitirmek istiyorum, lise hayatınız
pişmanlıklarla dolu olmasın. İçindeyken çok cazip gelmeyebilir; ama sonrasında
burnunuzun direği sızlıyor inanın. Keşke diyorum tekrar dönsem daha çok emin
olsam kendimden, gidip açılsam o sevdiğim insana, o zaman korkup yapmadıklarımı yapsam... Yine
de her şeyiyle yaşanmaya değerdi o günlerim. Mutlu sonla bitti benim lise
komedim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder