22 Şubat 2018 Perşembe

JYP Entertainment'in Yeni Erkek Grubu Stray Kids Hakkında Bilinmesi Gerekenler


Henüz resmi çıkışını yapmamış bir grup aslında Stray Kids. Aynı isimli mücadele şovlarını izledikten sonra beğendiğim bir grup oldular ve haklarında her şey daha çok yeniyken bildiklerimi - takip ettiklerimi de sizlerle paylaşayım dedim.

Zaten oldum olası JYP gruplarını diğer şirket gruplarından ayrı tutmuşumdur ben. Aralarındaki arkadaşlık ilişkisi ve samimiyetin yanında gerçekten başarılı işlere de imza atan gruplar oluyor bunlar çoğunlukla. Arkadaş dediysem de tabii ki tüm JYP grupları sıkı arkadaşlar demek olmuyor bu, bakınız miss A. Onlar da iyi bir ilişkileri olmadığını saklama gereği duymadılar zaten biliyorsunuz. Neyse çok severdim miss A'i o sebeple ne zaman JYP gruplarının adı geçse onların da bahsi geçer bende.

Güncelleme: 2019 yılının Kasım ayında Woojin'in kişisel sebeplerle gruptan ayrılacağı açıklanmıştır.


21 Şubat 2018 Çarşamba

EN İYİ BTS ŞARKILARI

Herkese merhaba! Beni az çok tanıyan herkes Kore kültürü ve eğlence sektörü ile yakından ilgili olduğumu bilir. E bu kadar ilgiliyken de popülaritesi günden güne artan BTS hakkında iki kelime etmeden olmaz dedim. Amerika çıkışları ile artan popülaritelerinin aksine, benim onlara olan ilgim I Need You ve Boy In LUV'a kadar uzanıyor.

5. WAR OF HORMONE - 2015


Bu günlerde karizmatik duruşları ile dikkat çeken üyelerin, bu klipte ne kadar küçük gözüktüklerine bakar mısınız! Sanıyorum ben rock backgroundlu BTS şarkılarını diğerlerine daha çok seviyorum. O sebeple bu şarkı da favorilerim arasında almayı hak ediyor.


4 Ağustos 2017 Cuma

Dorihwaga - Bir Cicegin Sesi

Kisisel Degerlendirme: 8,5/10
Oyuncular: Bae Su-Ji, Ryoo Seung-Ryong
Tur: Muzikal, Dram
Sure: 109 dakika

En son izledigim Kore filmi, basrollerinde Bae Su-Ji ve Ryoo Seung-Ryong'un yer aldigi Dorihwaga. Bae Su-Ji, daha bilinen adi ile Suzy'i hem sarkici hem de iyuncu olarak severim. Filmi izlemek istememin sebebi de hem Suzy'nin yer almasi, bunun da otesinde bir pansoru hikayesinin anlatilmasiydi. Bilmeyenler icin pansori, Kore'de eski krallik zamanindaki teatral bir gosteri. Bizdeki orta oyunu gibi dusunulebilir. Bir yandan bir hikaye canlandirilirken bir yandan sa sarkilar soylenerek muzikalite de isin icine giriyor. Beni taniyanlar bilir muzikalleri ne kadar sevdigimi, o sebeple bu filmi de buyuk bir keyifle izledim.

Film Kore tarihinin ilk kadin pansori sanatcisi Chae-Sun'un hikayesini anlatiyor. Sadece erkeklerin pansori sanatcisi olarak kabul edildigi Joseon (Kore Krallik donemi) zamaninda, kucuk yasta ailesini kaybeden ve bir Ginseng evinde hizmetli olarak hayatina devam eden Chae-Sun'un tek yapmak istedigi sey sarki soylemektir. Yasalar buna izin vermez, cunku o zamandaki genel kani pansorinin sergilenmesi cok zor bir sanat oldugu ve kadin bedeninin - sesinin buna dayanamayacak oldugudur.
Shin Jae-Hyo ise o donemin bilinen en iyi pansori ustalarindan biridir. Chae-Sun, yilmadan usanmadan Shin Jae-Hyo'yu kendisine pansori ogretmesi icin takip eder. Gel gelelim, ilk etapta bu duruma kati bir sekilde karsi cikan Jae-Hyo, zaman icinde bu genc kadinin azminden etkilenmeye baslar. Yine de yasalarin ne dedigi cok aciktir ve Jaseon Hukumdarligi, pansori soyleyen bir kadini kolay kolay kabul etmeyecektir.

Ilk paragrafta da dedigim gibi, ben hikayeyi ve hikayenin aktarilis bicimini cok sevdim. Tekrar izlemek istedigim filmler arasinda yerini aldi bile Dorihwaga. Kore'de beklentileri karsilayamayan bir film oldugunu biliyorum, ama bunun sebebinin Kore'nin genel olarak bu sekildeki sanatsal ve dramatik filmleri cok tercih etmemesine baglayabilirim. Gelmis gecmis en cok izlenen filmler listelerine bi goz atarsaniz, cogunlukla aksiyon filmlerinin ya da dramatik ask hikayelerinin tercih edildigini goreceksiniz.

Bae Su-Ji, oyunculuguna bayilmamamin yaninda, izlerken rahatsiz da olmadigim bir aktris. Dream High, Big, Architecture 101, Gu Family Book, Uncontrollably Fond gibi tum yapimlarini izleyen biri olarak; ozellikle bu filmdeki performansini cok sevdim. Sesini zaten cok begeniyorum ve bu filmde de izlemek ayri keyifliydi o sebeple. Ryoo Seung- Ryong ise daha once sadece Personal Taste'te izledigim bir oyuncu. Ama genel olarak Kore'nin en iyi aktorlerinden kabul edildigini biliyorum.

Izlerken sizi gecmis anilariniza goturen, yer yer gozlerinizi dolduran, yer yer yuzunuzu gulumseten ama en sonunda kalbinizde bir burukluga sebep olan (finalinden dolayi, yapimin kalitesinden degil) bir film Dorihwaga. Dedigim gibi ben cok sevdim, ozellikle muzikal drama severlere siddetle tavsiye ederim.

Iyi seyirler simdiden!

Kore Dizi İncelemesi - Tomorrow with You


Kisisel Derecelendirme: 7/10
Oyuncular: Shin Min-Ah, Lee Je-Hoon
Kanal: tvN
Tur: Romantik, Fantastik
Bolum Sayisi: 16

Benim kadar fazla dizi-film izleyip de bu kadar nadir yazan baska bir blog sahibi yoktur herhalde arkadaslar. Ozellikle konu Kore oldugunda, "En harika Kore izleyicisi benim.'' diyen izleyiciden daha fazla hak iddia edebilirim eminim. Yine de karakterimin en belirgin ozelligi olan usengecligim sayesinde ayda yilda 1 yazi paylasabiliyorum izlediklerim hakkinda. Kore yapimlari hakkinda elle tutulur cok fazla blog da yok aslinda; bu sebeple Kore yapimlarina ilgisi olanlarin kolaylikla okuyabilmesi icin yavas yavas izlediklerimi yaziya dokmeye karar verdim. Bakalim usengecligim beni yolumdan ali koymazsa.

Bu yola, yakin zamanda izledigim; Kore'de cok tutulmayan ama anladigim kadari ile ulkemizde bir hayli izleyicisi olan Tomorrow with You ile baslamak istiyorum. Dizinin ulkemizde bu kadar tutulmasinin sebebini ben Lee Je-Hoon'un Signal'den sonra patlayan popularitesine bagliyorum. Shin Min-Ah'in popularitesinden bahsetmeye zaten gerek duymuyorum. Genel izleyici kitlesinin aksine ben kendinisi My Girlfriend is a Gumiho ile degil, basrolunu So Ji-Sub ile paylastigi Oh My Venus ile kesfettim. Sonrasinda da 2008 yapimi My Mighty Princess adli filmini izledim. Acikcasi bu diziyi izleme sebebim de Shin Min-Ah oldu. Le Je-Hoon'bu bu diziden once sadece Architecture 101'de Bae Su-Ji ile birlikte izlemistim ki o zamanlar tabii cok gencti ve acikcasi beni etkileyen bir yani da yoktu filmdeki karakteri ya da oyunculugunun.

Gelelim dizinin konusuna ve benim hakkindaki yorumlarima. Dizi bir zaman yolculugu hikayesini konu aliyor, ama bunu klise yontemlerle degil farkli bir bakis acisi ile ele aliyor. Bu sebeple genel anlamda ilgimi ceken bir konusu vardi. Yoo So-Joon, gecirdigi bir metro kazasi sonrasi, zaman yolculugu yapabilme yetenegi kazanir. O nasil is demeyin, bu yetenegi kazadan 44 gun sonrasinda, kazanin yasandigi bolgeye tekrar gitmesi ile kazaniyor ve neden bilmem 44 sayisinin Asya ulkeleri arasinda ozel bir anlami var. Bizde nasil Hidirellez zamani dilekler tutuyoruz, ona baglayabilirsiniz hikayeyi.
Neyse, bu yetenegini sadece metro yolculugu sirasinda kullanabiliyor kendisi. Song Ma-Rin ise, cocukken cok populer bir televizyon dizisinin cok sevilen cocuk oyuncusu iken, ilerleyen yillarinda bir iste dikis tutturamamis bir karakter. Annesi dahil cevresindeki kimseyi memnun edememek en buyuk imtihani. Derken bir sekilde (ne sekilde oldugunu diziyi izlerken kesfetmeniz icin yazmiyorum) bu iki karakterin yollari kesisiyor ve kaderlerini degistirmek icin birlikte bir yola girmeleri gerekiyor.

Dizinin sevdigim yonlerinden biri, ana hikayenin zaman yolculugu ve gelecegi yoluna koymak uzerine kurulu olmasinin yaninda, bolumler ilerledikce ana odaklanmak ve sevdiklerimizle vakit gecirmenin onemini kavriyorsunuz. Kore'de cok sevilmemesinin nedenini ben  cok fazla dram, zengin erkek - fakir kadin, arapsacina donen ask ucgenleri gibi kliseler icermemesine bagliyorum. Bu sebeple de izlemek cok keyifli, sizi bogmuyor dizi. Ama bazi zamanlarda da kendini cok tekrar ettigi zamanlar oluyor, ozellikle son bolumler. Final bolumunde ise, bunu izleyicileri memnun etmek icin yaptiklarini dusunuyorum, ilk bolumden beri cizdikleri cercevenin disina cikiyorlar. Benim en buyuk kafa karisikligim bu yonden oldu aslinda. Madem boyle bir secenek de vardi, neden en bastan beri bu kadar sey yasandi derken bulabilirsiniz kendinizi.
Yine de tatli bir ask hikayesi izlemek ve keyifli zaman gecirmek istiyorsaniz tavsiye edebilecegim bir yapim Tomorrow with You.
Farkli yazilarda, farkli Kore yapimlari ile bulusana kadar.. Simdilik hoscakalin!

3 Ağustos 2017 Perşembe

Pleasantville, Siyah-Beyaz Bir Dünyaya Kucak Açın


Hayatınızdaki bazı şeyler size çocukluk zamanlarınızı hatırlatır. Bazı kokuların yıllar öncesinden bir yaz tatilini hatırlatabileceği gibi, bazı filmler ya da diziler de çocukken ailenizle ya da arkadaşlarınızla birlikte geçirdiğiniz güzel zamanları getirir gözlerinizin önüne. İşte Pleasantville benim için öyle bir film.

Kaç yaşındayken izlediğimi hatırlamasam da, izledikten sonraki birkaç gün etkisinden çıkamayışım dün gibi aklımda. Çünkü daha önce herhangi bir benzerini izlememiştim. Hikayesi çok acayip gelmişti o zaman. Şu an bile genel olarak değerlendirdiğimde yine aynı kanıya varıyorum. İşin trajikomik yanı, o yıllarda tekrar izlemek istediğim zaman filmi hiçbir yerde bulamamıştım. İsmini hatırlamıyordum çünkü. Yıllar sonra rastgele bir "Mutlaka İzlenmesi Gereken Filmler" listesinde kendisiyle karşılaştığımda ise, 20'li yaşlarımın başındaydım.

Başrollerinde Tobey Maguire ve Reese Witherspoon'un yer aldığı filmin yapım yılı 1998. Yönetmenlik koltuğunda ve senaryoda ise Gary Ross'u görüyoruz. Kendisini Lassie ve The Hunger Games gibi yapımlardan hatırlamak mümkün. Shameless'in alkolik babasi William H. Macy ve Fast and Furious serisinden tanidigimiz ve yakin zamanda bir trafik kazasinda hayatini kaybeden Paul Walker ise yan rollerde yer aliyor. Filmin 1999 yılı Akademi Ödülleri'nde En Iyi Ses, Kostum ve Sanat Yonetimi kategorilerinde 3 Oscar adaylığı olduğunu belirtmekte de fayda var.
Konusuna geldiğimizde ise; David ve Jennifer, tamamen zıt karakterlere sahip iki kardeştir. David okulun ezik tiplerindenken, Jennifer popülerler grubunda yer alır. Ders çalışmak ya da kitap okumak gibi aktiviteler yerine erkek arkadaşıyla takılmak ya da arkadaş grubu ile dışarda eğlenmeyi tercih eder. David ise hoşlandığı kıza açılmaya cesaret bulamaz ve zamanının çoğunu Pleasantville adlı televizyon programını izlemekle geçirir. Yine bir gün bu programı izlemek için kız kardeşi ile kavga ettiği sırada televizyon kumandasını kırarlar. O da ne? Anında gizemli bir televizyon tamircisi belirir ve onlara sihirli bir kumanda verir. Bu kumandayı kullanmaları ile birlikte ise, kendilerini televizyonun içinde, Pleasantville'in siyah-beyaz dünyasında bulurlar.


Buraya kadar anlattığım kısımdan anlayacak olursunuz ki, çocukken bu filmi sevme sebebim, sihirli bir kumanda ile televizyonun içine girmeleri ve o siyah-beyaz dünyadan kurtulmak için verdikleri mücadele idi. Fantastik bir dünyanın içindeymişim gibi hissettiriyordu o zamanlar. Ama ilerleyen yaşlarda tekrar izlediğimde, konunun bundan çok daha derin olduğunu farketim. İşin içine siyasiler de giriyor, aynı renkten olmayanların nasıl ötekileştirildiğine ve ötekileştirmek için nasıl kılıflar uydurulduğuna da tanıklık ediyorsunuz. Ben biraz George Orwell'in 1984'ünü de düşündüm izlerken. Neden aynı olmak zorundayız, aynı olduğumuzda kontrol edilmek daha mı kolay oluyor acaba? gibi sorular sorarken bulabilirsiniz kendinize. Belki de en önemlisi, film size kendinizi keşfetmeniz için gereken gazı veriyor. "Keşfet!" diyor, "Yerinde Sayma. Daha çok oku, seyahat et. Sınırlarının dışına çık. Hayır demekten korkma, hoşlanmadığın durumlarda tepkini belli etmekten çekinme. Kim olduğundan utanma, saklanma." 

Velhasıl kelam, ben bu filmi çok seviyorum sevgili dostlar. Sizlere de izlemenizi, daha önce izlediyseniz de farklı bir bakış açısı ile tekrar izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.
Bir sonraki yazıya kadar, sevgi ile kalın! 

6 Haziran 2017 Salı

Roma'da Yeme İçme Rehberi


Rehber dediğime bakmayın, dört günlük tatilden yola çıkarak tüm Roma'yı genelleyemeyiz tabii ama kısa da olsa tatilimizde nereleri keşfettik, neleri sevdik - sevmedik onları paylaşmak istiyorum biraz. Başlamadan uyarayım, ''Zevkler ve renkler tartışılmaz'' demişler. Yazıda aktardıklarım tamamen kişisel izlenimlerimden oluşmaktadır. Belki de benim sevmediklerimi siz çok seveceksiniz, kim bilir!

Roma'nın gezilip görülecek yerlerinden bu yazımda bahsetmiştim. O sebeple şu an direkt konuya giriyorum. İtalya diyince ister istemez envaiçeşit lezzetli yemekler canlanıyor insanın aklında değil mi? Lezzetli mi lezzetli değişik soslu makarnalar, peyniri uzayan pizzalar, lazanyalar, tatlılar... Biz de bu hayallerle yola çıkmıştık arkadaşlar, ama ne yazık ki çoğunlukla umduğumuzu bulamadık.

Makarnadan başlayalım. Bir kere şunu söyleyeyim, suç İtalyan'ların değil. Bizim de değil. Sorun tamamen yemek kültürümüzün farklılığından kaynaklanıyor bence. Çünkü bize kıyasla, onlar makarnayı çok daha diri tüketiyorlar. Al dante dediklerine bakmayın, ben de makarnayı öyle hamur gibi yiyenlerden değilim. Ama pişmemiş de yiyemem. Baya baya pişmemiş yiyorlar makarnaları, bir de bizdekinden çok daha kalın yapıyorlar belki ondan bilemedim.
Farklı bloglarda ve internet sitelerinde rastlayıp da, ''haydi bir de burada deneyelim'' dediğimiz çok ünlü bir makarnacı, Pastificio. 12'de açılıyor dükkan ve sadece iki çeşit makarna pişiriliyor., Makarnalar bittiğinde ise o gün dükkan kapatılıyor. Önünde sıraların olduğu bu makarnacı bile tatmin etmedi bizi. Yine de ''çok ünlü İtalyan makarnacı''da makarna denedik mi, denedik. Olumlu tarafından bakmak lazım hikayenin. Bir restoranda yemek yerine, pişmemişini alıp kendiniz pişirmeyi düşünürseniz, üzerinde yazan süreden bir 7-8 dakika daha fazla pişirdiğinizde gerçekten lezzetli oluyor ama. Ben öyle yaptım, size de öneririm.

Gelelim pizzaya. Pizza lezzetliydi Allah için. Ama, hani öyle Türkiye'de arayıp da bulamayacağınız,
İtalya'dan başka yerde yiyemeyeceğiniz bir lezzet mi? Hayır. Belki de biz İstanbul'da dünya mutfaklarının farklı çeşitlerde yemeklerini kolaylıkla bulabiliyoruz, o sebeple çok şaşırtmadı lezzetler. İki tip pizza var bu arada. Benim favorim baya incecik, kaşarı uzayan ve daha yumuşacık bir versiyonu; diğeri ise oldukça kalın, peynirinden çok ana malzemenin ön plana çıktığı ''Take Away'' tarzı pizzalar. Bu pizzaları gram ile satıyorlar. İki dilim alıp, Trevi Çeşmesi'nin kenarında dikilerek yiyebilirsiniz mesela (dikilerek ne demekse, tam Türk tanımı oldu neyse). Biz öyle yapmıştık, pizzalarınızı Trevi Çeşmesi yakınlarındaki Pizza in Trevi adlı pizzacıdan alabilirsiniz. Ikı dilim pizza yaklaşık 5 Euro civarlarındaydı Aralık ayında. Yalnız küçük bir hatırlatma, almadan önce ısıtmalarını rica edebilirsiniz. Sıcakken daha lezzetli oluyorlar çünkü. İnce dediğim versiyonu da herhangi bir restoranlarda bulabilirsiniz. Ama Pantheon bölgesinde çok şık mekanlar var. Hem yemeğinizi yiyip hem de atmosferin keyfini çıkartmak için bu lokasyonu tercih edebilirsiniz.

Yukarıda söylediğim her şeyi bir kenara attıracak, tiramisu deyince akan suları durduracak Pompi'de ise belki de hayatınızda yediğiniz en lezzetli tiramisuları yiyebilirsiniz. Böyle süslü kelimeleri boşuna kullanmadım ben arkadaşlar, gerçekten Türkiye'de yediğimizden çok farklı, Yumuşacık, olsa da yine yesem dedirten lezzette tiramisu denemek istiyorsanız, tercihiniz Pompi olmalı. Aklınıza gelmeyecek çoklukta, çeşit çeşit tiramisu yapıyorlar ama kişisel önerim klasik dışında çilekli tiramisuyu da kesinlikle denemeniz yönünde. Kreması çok taze, keki yumuşacık, çok şekerli değil, kesinlikle baymıyor. Üstelik fiyatı da uygun, sadece 4 Euro.

Kahvaltı için de öyle ayrı bir mekan aramanıza gerek yok. Biz ilk iki günün ardından anladık ki, her yerde her şeyi yiyebiliyorsunuz çoğunlukla. Bizdeki gibi fırın kültürleri zaten yok. Çoğunlukla kruvasan, muffin ve yanında marmelat gibi tatlı besinler tüketiliyor kahvaltıda. Yine de sıcak ve tatlı bir atmosferde kahvaltınızı etmek istiyorsanız, İspanyol Merdivenleri'nin yakınlarındaki Grano'yu gönül rahatlığı ile önerebilirim. Rengarenk tartlar, kek ve kurabiyeler dışında özellikle kahvesi çok lezzetli! İki kişi 4 kruvasan ve 2 latte için 11 Euro gibi bir şey ödemiştik, ama siz bizim açgözlülüğümüze bakmayın, ikişer kruvasanı bitiremedik bile :)

Son olarak dondurmaya da değinmeden olmaz değil mi? Bizdekinden farklı olarak daha kremamsı bir yapıda olan İtalyan dondurmasına ''gelato'' deniyor ve çoğunlukla külahta da kapta da alsanız kaşıkla servis ediliyor. Çok çeşitli aromalarda bulmak mümkün ve dükkanların en ünlüsü Giolitti.


İtalya mutfağından aktaracaklarım şimdilik bu kadar. Birdahaki sefere kadar sağlıcakla kalın, hoşçakalın!


5 Haziran 2017 Pazartesi

İrlanda'da Dil Eğitimi - GNIB Nedir? Süreç Nasıl İşler?

General Post Office
The Garda National Immigration Bureau, bilinen adı ile GNIB, İrlanda'ya uzun dönem dil eğitimi için gelen yabancı vatandaşların almak zorunda olduğu bir yerleşim izni. Peki nedir tam olarak bu GNIB, süreç nasıl işler, başvuru sırasında ya da sonrasında dikkat etmeniz gerekenler nelerdir? Hepsinin cevabını vermek için buradayım!

Diyelim İrlanda'ya uzun dönem eğitim için geleceksiniz ve vize başvurunuzu yaptınız. Başvuru yaptığınız esnada bunu size söylemiyorlar, ama vizeniz 3 aydan daha uzun süreyi kapsamayacak arkadaşlar. Uzatmak için GNIB kart yani İrlanda'ya yerleşim hakkı almanız gerekiyor. Bunun için de, vizeniz çıktıktan sonra ''şu adresten'' randevu alıyorsunuz. Randevu almak için İrlanda'ya gelmeyi beklemenize gerek yok, zaten çoğunlukla iki ay sonrasına veriyorlar. Yani ne kadar erken alırsanız, o kadar iyi

Randevuyu aldınız, İrlanda'ya geldiniz. GNIB alana kadar, ülkeden ayrılma izniniz yok. Ayrılırsanız tekrar giremezsiniz, çünkü ilk etapta vizeyi tek girişlik veriyorlar. GNIB başvurusu, Dublin şehir merkezindeki Irısh Naturalisation and Immigration Office'de gerçekleşiyor. Randevu saatinizden yarım saat öncesinde varmanızda fayda var, numara alıp sıra bekliyorsunuz çünkü. Tabii bir de evraklarınızın da eksiksiz olması gerekiyor.


Peki bu evraklar neler?
  • Okuldan alacağınız, ödemeyi yaptığınıza ve o okulun öğrencisi olduğunuza dair mektup
  • Sağlık sigortası. (Medical Insurance) Sigortanın İrlanda'lı bir şirketten yapılmış olması gerekiyor. Çoğunlukla kaydolurken okullar bunu size sağlıyor zaten. Sağlamamışlarsa, kayıt öncesi bu konuyu bir görüşün.
  • Banka hesap dökümü. ''Bankanın yine bir İrlanda bankası olması, daha rahat bir başvuru geçirmenizi sağlar.'' diyorlar. Bu konu hakkında net bilgim yok, ama okulumdan da beni burdaki bir bankada hesap açmam konusunda yönlendirmişlerdi. Bir de bankada 3.000 Euro gösterilmesi gerekiyor diyorlardı daha önce, ama başvurumda banka hesap dökümüme bakmadılar bile açıkçası. Bu maddenin de altına imzamı atamayacağım. Siz yine bankada aşağı yukarı bu miktarlarda bir para göstermeye bakın.
  • Randevu aldığınızda size gelen mailin bir çıktısı.
Evraklarınız bunlar. Bunların dışında, buraya dikkat, daha önce size yine kimse söylememiş olabilir çünkü; başvuruda 300 Euro ödeme yapmanız gerekiyor. Nakit ödeme almıyorlar. Kredi kartı ya da banka kartınız ile başvuru sırasında ya da başvuru öncesinde bankaya yatırarak - dekontunuzla ödemeyi gerçekleştirebilirsiniz.  Buraya kadar her şey yolundaysa, size yine kimsenin daha önce bahsetmediği bir şey söyleyeceğim, vizeniz GNIB kart aldıktan sonra da tek girişlik olmaya devam ediyor arkadaşlar! Evet, ben de ilk duyduğumda küçük çaplı bir şok yaşamıştım, ama çoklu giriş için yeni bir başvuru daha yapmanız ve ekstra bir 100 Euro ödemeniz gerekiyor.

Gelelim çoklu giriş başvurusuna. Eğer vizenizi çoklu giriş istemiyorsanız ve ''Türkiye'ye dönene kadar İrlanda'da kalırım ben'' diyorsanız,, bu 2. adımı es geçebilirsiniz. Ama ''ben Türkiye'ye ya da Avrupa'ya ziyaret etmek istiyorum'' derseniz, bu başvuruyu yapmak durumundasınız.
Bunun için izleyebileceğiniz iki yol var. İlki, daha önce GNIB randevusu aldığınız linkten bu işlem için yeni bir randevu alabilirsiniz. Ama bu şekilde 8 haftaya kadar uzayabiliyor süreç. Daha temiz ve hızlı olanı, GNIB kartınızı aldığınız gibi, gerekli evraklarla Post Office'i ziyaret edebilirsiniz. Gerekli evraklar ise şu şekilde,
  • Pasaportunuz
  • GNIB kartınız
  • 2 adet biometrik fotoğraf (eğer Türkiye'de başvuru sırasında çekildiğiniz fazla fotoğrafınız varsa, yanınızda getirmeyi unutmayın)
  • 100 Euro ödedeğinize dair dekont (Bu ödemeyi Post Office'te yapabiliyorsunuz)
  • Başvuru Formu (Başvuru formunu Immıgration Office'ten temin ediyorsunuz)
  • Okul mektubu. Bu kez, devamlılığınızı da içeren daha farklı bir mektup almanız gerek. Ayrıca, devamsızlığınızın %20'den fazla olmaması gerekiyor. %80'in altındaki katılımlar için herhangi bir garanti vermiyorlar.
Buraya kadar tamamsa, evraklarınızı postaya verip, pasaportunuzun size gelmenizi beklemekten başka yapacağınız bir şey yok. 10 ile 15 gün içinde gönderildiğini söylüyorlar. Belirtmeden geçmeyeyim, postaya vermeden önce GNIB kartınızın fotoğrafını çekmeyi unutmayın. Aksi taktirde elinizde herhangi bir ID bulunmuyor.

Umuyorum yeterince detaylı ve aydınlatıcı bir şekilde açıklayabilmişimdir süreci. Aklınıza takılan her türlü soru için, yorum kısmına sorularınızı bırakabilirsiniz.
Şimdiden bol şanslar!

Günün Sonunda Duygularımız Kurtaracak Bizi, Güzel Bakmaktan Vazgeçmek Neden?

Bir konu hakkında duygu yoğunluğum hat safhaya ulaştığında; yazmayı ve hissetiklerimi / düşündüklerimi bir kişi ile bile olsa insanlar...