Hayatınızdaki bazı şeyler size çocukluk zamanlarınızı hatırlatır. Bazı kokuların yıllar öncesinden bir yaz tatilini hatırlatabileceği gibi, bazı filmler ya da diziler de çocukken ailenizle ya da arkadaşlarınızla birlikte geçirdiğiniz güzel zamanları getirir gözlerinizin önüne. İşte Pleasantville benim için öyle bir film.
Kaç yaşındayken izlediğimi hatırlamasam da, izledikten sonraki birkaç gün etkisinden çıkamayışım dün gibi aklımda. Çünkü daha önce herhangi bir benzerini izlememiştim. Hikayesi çok acayip gelmişti o zaman. Şu an bile genel olarak değerlendirdiğimde yine aynı kanıya varıyorum. İşin trajikomik yanı, o yıllarda tekrar izlemek istediğim zaman filmi hiçbir yerde bulamamıştım. İsmini hatırlamıyordum çünkü. Yıllar sonra rastgele bir "Mutlaka İzlenmesi Gereken Filmler" listesinde kendisiyle karşılaştığımda ise, 20'li yaşlarımın başındaydım.
Konusuna geldiğimizde ise; David ve Jennifer, tamamen zıt karakterlere sahip iki kardeştir. David okulun ezik tiplerindenken, Jennifer popülerler grubunda yer alır. Ders çalışmak ya da kitap okumak gibi aktiviteler yerine erkek arkadaşıyla takılmak ya da arkadaş grubu ile dışarda eğlenmeyi tercih eder. David ise hoşlandığı kıza açılmaya cesaret bulamaz ve zamanının çoğunu Pleasantville adlı televizyon programını izlemekle geçirir. Yine bir gün bu programı izlemek için kız kardeşi ile kavga ettiği sırada televizyon kumandasını kırarlar. O da ne? Anında gizemli bir televizyon tamircisi belirir ve onlara sihirli bir kumanda verir. Bu kumandayı kullanmaları ile birlikte ise, kendilerini televizyonun içinde, Pleasantville'in siyah-beyaz dünyasında bulurlar.
Buraya kadar anlattığım kısımdan anlayacak olursunuz ki, çocukken bu filmi sevme sebebim, sihirli bir kumanda ile televizyonun içine girmeleri ve o siyah-beyaz dünyadan kurtulmak için verdikleri mücadele idi. Fantastik bir dünyanın içindeymişim gibi hissettiriyordu o zamanlar. Ama ilerleyen yaşlarda tekrar izlediğimde, konunun bundan çok daha derin olduğunu farketim. İşin içine siyasiler de giriyor, aynı renkten olmayanların nasıl ötekileştirildiğine ve ötekileştirmek için nasıl kılıflar uydurulduğuna da tanıklık ediyorsunuz. Ben biraz George Orwell'in 1984'ünü de düşündüm izlerken. Neden aynı olmak zorundayız, aynı olduğumuzda kontrol edilmek daha mı kolay oluyor acaba? gibi sorular sorarken bulabilirsiniz kendinize. Belki de en önemlisi, film size kendinizi keşfetmeniz için gereken gazı veriyor. "Keşfet!" diyor, "Yerinde Sayma. Daha çok oku, seyahat et. Sınırlarının dışına çık. Hayır demekten korkma, hoşlanmadığın durumlarda tepkini belli etmekten çekinme. Kim olduğundan utanma, saklanma."
Velhasıl kelam, ben bu filmi çok seviyorum sevgili dostlar. Sizlere de izlemenizi, daha önce izlediyseniz de farklı bir bakış açısı ile tekrar izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.
Bir sonraki yazıya kadar, sevgi ile kalın!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder