22 Ağustos 2014 Cuma

Hatalardan Ders Çıkartılmıyor, Öyle Zamanla Da Geçmiyor

Hata yapmak insanlara mahsus derler. İnsan hata yapar, pişman olur, ders çıkartır... Zamanla ne yapıp ne yapmaması gerektiğini öğrenir.
Her zaman düzgün bir insan olmaya çalıştım. Dürüst olmaya, sevgi dolu olmaya, hak yememeye, paylaşmaya, insanları kırmamaya çalıştım. Beni yetiştiren harika aileye layık olmaya çalıştım. Arkadaşlarım için iyi bir arkadaş olmaya çalıştım. Yeri geldi kendi kendimi harap ettim; ama hep o düz çizgiyi korumaya çalıştım. Ne kadar çalışıp çabaladıysam, o kadar tökezledim. Yokuş aşağı yuvarlanırken doğrulmam daha güç oldu her seferinde. Her tökezleyiş biraz daha acıttı canımı. Kendime açtığım yaralarım daha belirgin bir hal almaya başladı.
İnsan hata yaptıkça öğrenmiyor aslında. Yaptığı hatalar o kadar acıtıyor ki canını; o acılara bir yenisini daha eklemeye korkuyor. Belki de o yaralar hiç iyileşmiyor. 
İnsan hata yapar, zamanla unutur derler. Bunlar; acı çeken birine karşıdan bakıp söylenecek laflar. Empati kurmaya çalışırız ya hani hep. O iş öyle olmuyor işte; hatalarından duyduğu pişmanlık yiyip bitiriyor insanı. Kalbine bindirdiği yükü taşıyamaz oluyor zamanla. En kötüsü de; insan korunaklı bir dünya yaratmaya çalışırken kendine; en çok kendi canını yakıyor. Kendiyle barışması daha uzun zaman alıyor. Hep kendine kaçıyor insan. İçini kendiyle doldurmaktan daha fazlası gelmiyor elinden.*

*Yekta Kopan \ Becerikli Bay Kerim İnal


12 Ağustos 2014 Salı

Bu İşte Bir Yalnızlık Var

Bu İşte Bir Yalnızlık Var, uzun zamandır izlemek isteyipte ertelediğim bir filmdi. Geçenlerde izleyebildim ve kesinlikle beklentilerimin ötesinde bir film olduğunu söyleyebilirim. Daha önce fragmanını izlemiştim, iki insanın yasak aşkının anlatıldığını düşünüyordum ki film çok daha derin bir hikayeye sahipmiş. Yönetmenliğini Hakan Ketche'nin yaptığı film; Tuna Kiremitçi'nin aynı adlı kitabından bir uyarlama. Engin Altan Düzyatan, inanıyorum ki tüm kadınların beğenerek izlediği bir oyuncu. En azından ben henüz "beğenmiyorum" diyen kimseyi görmedim. Başarılı oyunculuğunun yanında; etkileyici tavırları, ağzı, burnu, boyu, posu... Öhöm öhöm! Maşallah diyelim.Özgü Namal ise; zaten beğendiğim bir oyuncudur ve bu film boyunca da çok tatlıydı. Ne kadar güzel olduğunu düşünmekten kendimi alamadım. Oyunculuğu çok duruydu, zorlama olan tek bir sahne yoktu. Hikayesinden bahsetmemiz gerekirse; Mehmet, eşinden boşanmış ve bu evliliğinden sahip olduğu kızına son derece bağlı bir adamdır. Önceden bir rock grubunun üyesiyken, şu an müziğe eğilimli gençlere gitar eğitimi vermektedir. Alt kat komşusu Ayşe; uzun zamandır arkadaşlık yaptığı, eşiyle problemler yaşayan bir kadındır. Eşinin, bir tartışma sonrası evi terketmesi ve uzun süre geri dönmemesi üzerine; Mehmet ile birlikte onu aramaya koyulurlar. Daha fazla zaman geçirmeleri, Mehmet'in duygularını sorgulamasına sebep olur. Devamı filmde... Ama şunu söyleyebilirim ki; gayet keyifli, müzik dolu bir hikaye sizleri bekliyor. Sahnelerin geçtiği mekanlar da oldukça çarpıcı ve seyir keyfini arttırır nitelikteydi. Özellikle bir Anadolu Yakası sakini olarak; Kadıköyde önünden geçtiğim, arada oturup bir şeyler içtiğim tanıdık yerleri görmek hoş bir duyguydu. Bozcaada'nın yeşilini görmekte bu yaz günlerinde iyi gelebilir. 
Müzik demişken; Harun Tekin'den "Bu İşte Bir Yalnızlık Var" ve Atiye'den "Yeter" filmin dinlenmesi gerekenlerinden. 


9 Haziran 2014 Pazartesi

Yorgunum Dostlarım Yorgunum Yorgun

Zamanla blogu kişisel günlüğümmüşçesine kullanmaya başlarsam hiç şaşırmayın. Gerçi kim şaşıracak, gören de binlerce takipçiye hitap ediyorum sanır. İlahi ben...
Bu günlerde tek söyleyebileceğim şey; çok yorgun olduğum. Söylemeye bile mecalim yok keza. Düşünüyorum öyle. Çok yorgun olduğumu düşünüyorum. Off... Neden yorgunsun, n'apıyosun diye sorsanız; verecek bir cevabım bile yok. Yaptığım bir aktivite yok çünkü. Yatıyorum, yemek yiyorum, uyuyorum, Doctor Who izliyorum, müzik dinliyorum, yine yemek yiyorum... Twitter, Instagram falan. Facebook'u sevmiyorum. Arada yazı yazıyorum işte böyle... Esasında yapmam gereken o kadar çok şey var ki! Bitirme projemi 2 hafta sonra teslim etmem gerekiyor mesela. Ama henüz adamakıllı başlamadım bile. Yarın finallerim başlıyor. Canım "Medya Ekonomisi Ve İşletmeciliği". Daha tek satır okumadım. Allahtan sınav 15.30'da. Okulda biraz göz atarım. Vizem de 90, ortalamayı düşürmesem iyiydi... İşte böyle türlü türlü düşünceler var kafamda sayın takipçi. Hiçbirini yapmak istemiyorum, üşeniyorum, ama düşünüyorum bu kez daha da bir yorgun hissediyorum kendimi. Perşembe günü kep atma töreni var. Basın yemini etmemiz gerekiyormuş, ne olduğundan haberim yok. Google'da aratmak dünyanın en kolay işi oysa ki. Bu yazıyı da yazıyorum çünkü bunu yazmasam ders çalışmam gerek. Aman saat geç oldu zaten, yatayım erken kalkarım. Daha saçlarımı da düzleştirmem gerek. Dünya'nın en önemli meselesi; saçlarımın düz olması çünkü. Gören atomu parçalıyorum sanır. Bu arada ben şu şarkıyı dinliyorum şu an, çok güzel sen de dinlesene;
(Not: Başlıkta İbrahim Tatlıses'in "Yalnızım Dostlarım"ından esinlendim aslında. "Yalnızım" kısmını hep "Yorgunum" olarak söylerim. Neden bilmem... )



28 Mayıs 2014 Çarşamba

Schindler's List \ ''Schindler'in Listesi

Gözlerinizin önünde yaşanan zulümler olduğunu düşünün. Ne kadar seyirci kalabilirsiniz? Statünüz, mal varlığınız ya da sahip olduğunuz güçlü çevre sizi ne kadar tatmin edebilir? Vicdanınızın sesini ne kadar bastırabilirsiniz? İşte bu noktada yaşananları; Oskar Schindler'in gözleriyle tecrübe ediyoruz.
Yönetmenliğini Steven Spielberg'in yaptığı, başrollerini Liam Neeson ve Ralph Fiennes'in paylaştığı filmimizin yapım tarihi 1993. Film ayrıca; 2004 yılında Amerika Birleşik Devletleri Kongre Kütüphanesi tarafından "kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli" filmler arasına seçilmiş.
Hikayemiz; Oskar Schindler'in, 2.Dünya Savaşı'nda iş kurmak amacıyla Polonya'ya gelmesiyle başlıyor. İnsanların savaş ortamındaki çaresizliğinden ve tüketim malzemelerine duyduğu ihtiyaçtan faydalanarak; kısa sürede hatrı sayılır iş adamlarından biri haline geliyor. Tabii bu arada genelkurmaylardan siyasilere çok güçlü ittifaklar da ediniyor kendine. Fabrikasında, başta daha düşük maliyetli oldukları için çalıştırdığı yahudilerle, zaman içinde yakın ilişkiler kuruyor. Derken; savaş ortamı kızışıyor. Polonya'daki yahudi halkı; yaşam alanlarından toplama kamplarına alınıyor. İşkence görüyorlar, aç bırakılıyorlar ve hatta askerlerin can sıkıntıları uğruna katlediliyorlar. Bu noktada konuya Amon Goeth isimli bir komutan dahil oluyor ki; filmin sonuna kadar benden sağlam küfürler yemişliği vardır.
Filmin ilk yarısı durağan ilerliyor, ayrıca siyah beyaz oluşu da sizi bunaltabilir ama yılmadan sonuna kadar devam edin derim. Zira; ben bu başyapıtı izlemek için bu kadar geç kaldığım için oldukça üzgünüm.
Hikayenin en can alıcı yönü; sadece kazandığı parayı umursayan Nazi Partisi destekçisi bir adamın; yaşadığı duygusal değişim ve iç hesaplaşmaları sonucu her şeyini feda ederek insanları kurtarmaya çalışması sanırım. Unutmadan ekleyeyim; hikaye gerçek yaşamdan uyarlamadır ve Oskar Schindler'in mezarı; günümüzde Kudüs'te bulunmaktadır.

6 Nisan 2014 Pazar

KOÜ'de Son Sene

Gün geçmiyor ki, bir üniversite öğrencisi daha son senesinde depresyona girmesin. Yalnız değilim biliyorum; çevremdeki herkes bir yandan gelecek kaygılarıyla, bir yandan özgürlüğe kavuşacak olmanın heyecanıyla dolu.
Nereden başlasam? Önce avantajlarına mı değinsem bu bitişin; yoksa dezavantajlarına mı?
Heey gidi dört sene... Üniversiteyi kazandığım 2010 senesi dün gibi aklımda. Kocaeli Üniversitesi'ni kazandığım için çok üzülmüş ve deli gibi ağlamıştım. Çünkü; gerek dershane öğretmenlerim, gerekse tercih kılavuzu bana İstanbul içinde bir okulu kazanabileceğimi söylüyordu. Velhasıl kelam, öyle ya da böyle gözyaşlarımdan arınıp, bu yeni dünyayı beklemeye koyuldum. En azından gazetecilik bölümünü kazanabildiğim için mutluydum. Okulun ilk günü... Biraz heyecan, biraz endişe, tereddütler bir yandan... Nitekim, geç kalmış olmanın da etkisiyle yanlış sınıfa bile girmiştim. Hem de dersin ortasında :)
Derken, film makarası çok hızlı sarıldı ve okulun bitişi için son üç ayı bekliyoruz. Ne zaman geçti o kadar dönem, nereye kaydettik o kadar anıyı bilmiyorum. Şunu gönül rahatlığı ile söyleyebilirim ki; içim buruk ayrılacağım buradan. Üniversite yaşamının bana kattıklarına müteşekkirim. Her şeyden önce, ilk gün okula adımını atan çocuk, bir yetişkin artık. Hayatı, sosyal ilişkileri, farklı kültürleri, farklı inançları, sorgulamayı öğrendi. Çok güzel dostlar edindi. Çok güldü, biraz ağladı, susmaması gerektiği zaman sustu belki ama ne zaman sesini çıkarması gerektiğini de öğrendi zamanla. Ortaokul ya da lisede taktığı pembe gözlükleri, üniversite sıralarında çıkardı. O yüzdendir ki; akademik kariyerin yanında, kendimizi tanımamız için de üniversite eğitiminin çok gerekli olduğunu düşünüyorum.
Dört seneyi arkada bırakmak, mezuniyet sonrasına endişeyle yaklaşmak kolay değil biliyorum. Bu durumu ben de çok düşünüyorum, dertleniyorum. "İş bulabilecek miyim, binlerce mezun var, kendimi daha fazla geliştirmem gerekiyor, hangi alana yönelmeliyim, hemen çalışma hayatına atılmak istiyor muyum... ? " Bu sorular hepimizin kafasını meşgul ediyor; ama olaya bir de olumlu yönden bakmayı deneyelim. Sonuçta iyi-kötü üniversiteden mezun oluyoruz illa ki bir iş buluruz. Devamında kendimizi farklı açılardan geliştirebiliriz. Kişisel zevklerimize, beklentilerimize yönelik adımlar atabiliriz. Ne bileyim; belki bir dil kursu, bir sertifika programı, kişisel gelişim kursları... Artık ayağımıza dolanan, kafamızı meşgul eden o "okul" düşüncesinden, derslerden, ödevlerden, zorunluluktan kurtuluyoruz. Ortaokuldan sonra biliyorduk ki liseye gidecektik, liseden sonra üniversite. Şu an ise bizi bekleyen hayat. Ne istiyorsak onu gerçekleştirmek için var yollar önümüzde. Diyeceğim şu ki; derin nefes alın ve yaklaşan bahar günlerinin tadını çıkartın. Katılacaksanız; mezuniyet partileriniz için hazırlıklara başlayın, okul bittikten sonra deneyebileceğiniz seçeneklere odaklanın, kendinize zaman ayırın... Tabii; benim gibi bitirme projenizi bu günlere bırakmadıysanız. He bıraktıysanız, son günlerimizde bu projelerle delirmemeyi umuyorum hepimiz adına :)

2 Nisan 2014 Çarşamba

Do Ga Ni \ Sessizlik

Yer; Güney Kore'nin Mujin şehri. Sene 2005. Ödüllü bir sağırlar okulunda geçiyor hikayemiz. Yeni atanan sanat öğretmeni; öğrencilerinin asık suratlarına ve ürkek bakışlarına ilk zamanlar anlam veremese de, zamanla işin iç yüzündeki şiddeti ve istismarı çözmeye başlıyor. Ne acı ki; bu mücadelede yanında yer alacak kimseyi bulamıyor. Kendi öz annesi bile, kulaklarını ve gözlerini kapatıp işine devam etmesini söylüyor ona. Bir yandan geçim mücadelesi ve hasta kızının sağlık sorunlarıyla ilgilenmeye, diğer yandan ise öğrencilerini bu utançtan ve zorbalıktan kurtarmaya çalışan öğretmenimizi sor zamanlar yaşarken izliyoruz. 2011 yapımı filmin yönetmenliğini Hwang Dong-Hyuk, başrolünü ise Kore Sinemasının başarılı ismi Gong Yoo üstlenmiştir. Hatta Yoo; filmle ilgili şu sözleri söylemiştir bir röportajında: "Bu filmde oynamasaydım, neden oyunculuk yaptığıma dair şüphe duyardım."
Film, gerçek bir hikayeye dayanıyor. Durdurulan dava, filmin vizyona girişinden sonra tekrar açılmış.
Mujin ya da Seul... Pekin, Tokyo, Londra, Washington, İstanbul, Urfa, Mardin... Engelli ya da engelsiz, kavramların hiçbir kıymeti yok. Bu filmde yaşananlar, gerçekleşen sıkıntıların sadece bir kısmı. Dünya'nın her yerinde bu ve benzeri sıkıntılar yaşanmıyor mu? Çocuk istismarı nasıl bir suçtur? Nasıl bir gözü dönmüşlüktür? Nasıl bir sapkınlıktır? Nasıl sızlamaz insanın vicdanı? Akla-mantığa sığmıyor gerçekten. Bizim ülkemizde de ne yazık ki çok sık gerçekleşen durumlar bunlar. Bu hastalıklı zihniyetleri engellemek yerine destekliyor bizim yargı gücümüz üstelik. Şu replik, çok tanıdık gelmiyor mu size de;
"9 yaşındaki bir çocukla bir yetişkin nasıl birlikte olabilir? Olsa bile, çocuğun rızası gerekmez mi?!" 


1 Nisan 2014 Salı

Potter Severlere Müjde!

"Harry Potter Ve Felsefe Taşı" adlı kitapla 97 senesinde başlayan serüvenimiz; devamında altı kitapla ve bunu takiben sekiz filmle 2011 senesine kadar devam etti. Bir Potterhead(Harry Potter fanlarına verilen isim) olarak söyleyebilirim ki; bu serüvenin son bulması ister istemez bir hüzün yarattı bende. Çünkü; hikaye her ne kadar mutlu bir sona ulaşmışta olsa, 10 sene boyunca hayatımda önemli yer tutmuş o büyülü dünyaya veda etmek istemiyordum.
Neyse ki, güzel haberler Warner Bros yapım şirketinde geldi. Çekim tarihlerinin henüz kesinlik kazanmamasıyla birlikte, Harry Potter döneminin yedi sene öncesinde gerçekleşecek bir hikayeyi, sinemaya uyarlamayı düşünüyorlarmış. Hikaye, yine J.K Rowling tarafından kaleme alınacakmış. Ayrıca, hikaye üçleme olarak düşünülüyormuş. Yani bu durumun Yüzüklerin Efendisi-HOBBIT ilişkisine benzediğini söyleyebiliriz. Şahsi kanaatim bu yeni serinin Harry Potter serisinin yerini dolduramayacağı yönünde olsa da, Hogwarts dünyasından tamamen uzak kalmaktan iyidir. Hem belki kim bilir; Dumbledore, McGonagall, Snape, Lily-James Potter, Hagrid gibi karakterleri de görmemiz mümkün.

Kaynak: http://www.sinemalar.com/haber/3937/harry-potterdan-yan-filmler-geliyor

Günün Sonunda Duygularımız Kurtaracak Bizi, Güzel Bakmaktan Vazgeçmek Neden?

Bir konu hakkında duygu yoğunluğum hat safhaya ulaştığında; yazmayı ve hissetiklerimi / düşündüklerimi bir kişi ile bile olsa insanlar...