29 Kasım 2012 Perşembe

Hayaller Kurarız



Çok sevdiğim anime karakteri '' Hayaller, sen onları gerçekleştir diye vardır.'' der.
Evet hayal kurmak gerekli, peki yeterli mi?
Herkes, türlü uğraşlarla geçiştiriyor yaşamını. Kimimiz okul telaşı, kimimiz iş... Kimimiz aşk acısıyla uğraşırken, kimimiz futbol takımının mağlubiyetleriyle, kimimiz ise aldığı kilolar yüzünden tasalanıp duruyor sürekli. Bazı günler hayaller kurarken bazı günler bu hayallerin çok uzağında kapılıp gidiyoruz hayatın buğusuna. Gün geliyor, an geliyor düşünüyorum. Düşünüp duruyorum, nereye gidiyor yaşamlarımız diye? Bu koşuşturmanın, kurduğumuz hayallerin bir sonu var mı diye? Belki de birçoğumuz o hayalleri asla gerçekleştiremeden veriyoruz son nefeslerimizi. Sadece şanslı olan birkaçımız durmak istedikleri o noktaya varabiliyor.
Yine de; ne yapıp edip, en azından hayatlarımızın bir köşesinde istediğimiz noktalarda durmayı hak etmiyor muyuz? İyisiyle kötüsüyle, azıyla ya da çoğuyla verilmiş emeklerimiz var ortada. Yüzümüzü gülümseten amaçlarımız var. İster bir spor dalıyla uğraşmak olsun bu, ister görmek istediğimiz bir şehir, denemek istediğiniz bir kıyafet ya da... Küçük ya da büyük, her biri birbirinden değerli gerçekleştirilmeyi bekleyen hayaller. Başkaları için anlam ifade edip etmemesi mühim değil. Seni mutlu ediyorsa onu düşünmek, ona sahip olmayı diliyorsan bu kafi. Ama öyle oturduğun yerden durup düşünmekle olmuyor ne yazık ki. Emek harcamadıkça hayalden öteye gitmiyor. Hayatın koşuşturması arasında gözden kaçıp, kaybolup gidiyor zihnindeki onlarca düşünce . Tatmin olmadığın uğraşlar peşinde sen de kayboluyorsun. Hala nefes alabiliyorken, hala gerçekleştirmek için gereken güce sahipken bir yerlerden başlamak gerek. Koşamasakta, emekleyerek ilerlemek gerek.

11 Kasım 2012 Pazar

Yalnız

Hiç hayatınızı, hayatınızdaki insanları, o insanlarla yaşadıklarınızı sorguladığınız oldu mu? Sevemediğiniz, kalbinizin ısınmadığı oldu mu ya da? Hissizleştiğiniz?
İşte, bu aralar içinde bulunduğum ruh hali aynen böyle. Yalnız, bundan kastım mutsuzluk değil. Sadece hayatımı ve bu hayatı paylaştığım insanlarla ilişkilerimi çözmeye çalışıyorum. Yaşadıklarım, ilişkilerim ne kadar gerçek bilmiyorum. Hani filmlerde, kitaplarda ya da dizilerde görürüz ya o ideal ilişkileri. Arkadaşlık ya da aşk, fark etmez. Sonsuz sevgi ve sadakat, güven içinde devam ederler. Birlikte geçirilen o mutlu zamanlardan bahsedilir. Tebessümler, sarılmalar, kalplerde hissedilen o sıcaklık... Tüm bunlar sadece filmlerde olur gibime geliyor. Gerçekliğine inanamıyorum. O duyguları hissedemiyorum. Yanlış anlaşılmasın, çok arkadaşım var ve hepsi de ayrı ayrı iyi ki varlar. Yine de, derinlere indiğimde hep yalnızım gibi geliyor. Ya da  yalnız olmam gerekiyormuş gibi. En hakiki dostumun yine kendim olduğunu düşünüyorum. Kimse kimseyi gerçekten sevmiyor belki de. Hayatımıza birilerini almak, paylaşımlarda bulunmak yaşam kuralı sadece. Yüzeysel. Günün sonunda herkes yalnız. Doğarken olduğu gibi; yaşarken de yalnız, ölürken de.

10 Kasım 2012 Cumartesi

Vizenin Şerri

Yaz tatili nasıl geçti anlamadan okullar geldi çattı. İlk hafta ders olmaz, bayram haftası ders olmaz diye diye koskoca 8 haftayı geride bırakmış ve vize haftasına girmiş bulunuyoruz. Peki nedir bu öğrencilerin sınavlarla alıp veremediği? Zaten derste anlatmıyor mu hocalar ne soracaklarını?  Öyle olmuyor o işler işte arkadaşım. Bazen bilmezsin ama AA ile geçersin. Bazen gerçekten bilirsin, bir bakarsın DDlerdesin. Ki, bazı okullarda DD geçmek için yeterli olabilir; ancak benim naçizane okulumda CC alamayınca geçemiyorsun. Neyse, sadede geleyim arkadaşlar, öyle ya da böyle bir şekilde bu okulları bitirmek zorundayız. Benim de içimden ders çalışmak gelmiyor, kahvemi alıp dizilerimi izlemek istiyorum. Ne bileyim, arkadaşlarımla görüşmek istiyorum, playstation oynamak istiyorum ama yok yok yok... Şu 10 günü atlatmadan rahat yüzü yok. Dişimizi sıkıp gayret edersek güzel sonuçlar elde edebileceğimize inanıyorum ben. Tanrım vizenin şerrinden korusun hepimizi. Herkese başarılar can-ı gönülden.

5 Kasım 2012 Pazartesi

Latin Ateşi Yaktı Geçti



Müzik dünyasında “Latin Ateşi” olarak nitelendirilen Enrique Iglesias İstanbuldaki sevenleriyle buluştu.

24 Ekimde İstanbul Küçükçiftlik Park’ta konser veren Enrique Iglesias, konsere gelenlere unutulmaz dakikalar yaşattı.

Dünya çapında 70 milyondan fazla albüm satışına ulaşan, diğer dünya starlarıyla ortak çalışmalar yapan ve hemen hemen her parçası hit olan Iglesias, yaklaşık olarak 2 saat sahnedeydi ve sevecen tavırlarıyla dikkat çekti. Konsere saatler olmasına rağmen sıraya girmeye başlayan her yaştan müziksever, konser saatine kadar uzun kuyruklar oluşturdu.
Sahip olduğu 390 ödül ile ödül rekortmeni sayılan sanatçı, konsere “Tonight” şarkısıyla başladı. “Bailamos”, “Like It” , “Hero” gibi sevilen parçalarına da yer verdi. “Hero”  adlı parçasında sahneye çıkardığı bir seyirciye sarılması, bayan seyircilerin tepkisine yol açtı.
 15 bin  müzikseverin katılımıyla gerçekleşen konser; uzun süre akıllardan çıkmayacak gibi gözüküyor.

Kitapseverler Beyoğlu'nda Buluştu



Bu yıl 6.sı düzenlenen “Beyoğlu Sahaf Festivali” , her yaştan kitapseveri bir araya getirdi.

Organizasyonunu Beyoğlu Belediyesi’nin üstlendiği Beyoğlu Sahaf Festivali, 25 Eylül-14 Ekim 2012 tarihleri  arasında gerçekleşti .

Festivalde Ortaköy, Moda, Sarıyer, Şişli, Beyazıt, Kadıköy başta olmak üzere birçok ilçeden sahaf yer aldı. Yer alan eserler arasında romanlar, öyküler, şiir kitapları, dergiler dışında oluşumu çok eskilere dayanan gazete küpürleri, mektuplar ve fotoğraflar da bulunmaktaydı. Bu yönüyle festival; kitapseverlere, tarihe tanıklık etme imkanı da sağladı.  Ayrıca; hedefleri arasında yazarlık, gazetecilik, şairlik gibi meslekler bulunan genç insanlara da ilham kaynağı oluşturdu.
20 gün boyunca festivali ziyaret eden kitapseverler, festivalin 7.yılını da merakla bekliyor.

30 Ekim 2012 Salı

Günün Tavsiyesi


Bugün sizlere, diğer tavsiyelerimden farklı olarak bir mekan tavsiyesinde bulunacağım. Uzun zamandır yapmak istediğim  "Türker İnanoğlu Vakfı  (TÜRVAK)" ziyaretimi, yakın bir zamanda gerçekleştirebildim. Buram buram tarih kokan, sanat kokan bu yeri ertelediğim için kızdım kendime.

Bünyesinde Sinema-Tv müzesi, Tiyatro Müzesi ve Ulvi Uraz Sanat Kitaplığı bölümlerini bulunduran vakıf, ne yazık ki hak ettiği ilgiyi göremiyor. Ziyaretimizi pazar günü yapmış olmamıza rağmen, benim ve arkadaşım dışında kimseler yoktu. Zannediyorum bunun nedeni, gerekli reklamın yapılmıyor olması. Zira ben de, internetteki başka bir arayışım vasılasıyla farkına varmıştım bu sanat yuvasının.



 Vakfın en cezbedici yönlerine değinmem gerekirse; içeriye adımınızı atar atmaz o eşsiz atmosfere kolayca adapte olmanızı sağlayan Türk Sanat Müziği eserlerine öncelik tanımalıyım. Bir yandan afişlere, fotoğraf makinelerine, kostümlere hayranlık duyuyorken bir yandan da bu notalar eşliğinde mest oluyorsunuz. Ardından; senaryo, afiş gibi yazılı materyallerin tarihi kokusuna kendinizi kaptırıyorsunuz. Sararmış sayfaları sizi, içinde bulunduğunuz zamandan çok daha öncesine götürüyor. Bal mumu heykelleri de unutmamak gerekiyor. Adile Naşit, Ayhan Işık, Sadri Alışık, Muhsin Ertuğrul gibi ustaların heykelleri o kadar inandırıcı duruyordu ki emin olmak için yanaklarına birkaç cimdik atmam gerekti.

Bu muhteşem atmosfere, unutulmaya yüz tutmuş tarihimize tanıklık etme fırsatını kaçırmayın derim. Vakfın içeriği ve iletişim ile ilgili bilgiler edinebileceğiniz linki alt kısma yazıyorum. Hatırlatmak gerekirse, biletler öğrencilere sadece 5 lira.

http://www.turvak.com.tr/




29 Ekim 2012 Pazartesi

İlk Aşk



Her şeyinizle teslim olduğunuz bir adam düşünün. Kayıtsız şartsız güvendiğiniz, kendi canınızdan çok sevdiğiniz, yaptıklarını taktir ettiğiniz, örnek aldığınız, hayran kaldığınız...
Bilirsiniz ki, o adam sizi çok seviyor. Sevmenin ötesinde güveniyor, inanıyor, saygı duyuyor. Onun yanında çok mutlusunuz, huzurlusunuz. Kendinizi kollarına bırakıp gözlerinizi kapattığınızda, sanki tüm dünya duruyor. O adam; en büyük şansınız, kahramanınız, ilk aşkınız, belki de son aşkınız... O adam; benim için babam. Varlığına şükürler ettiğim, gülümseyişiyle içimi aydınlatan, üzüldüğünde kalbimin dağlandığı adam.
Her şeyden önce; şu an kendimde en sevdiğim yönlerin çoğunu babama, onu örnek alışıma borçluyum ben. Kimseye muhtaç olmamayı, minnet duymamayı, kendi kendime yetebilmeyi babamdan öğrendim.  Başkalarının iteklemesiyle geleceğim anlık mertebeler yerine, kendi emeklerimle sahip olacağım sağlam mertebeleri  tercih etmeyi ve kendi ellerimle sahip olduklarımı kimselerin ellerimden alamayacağını...
Samimi olmayı da ondan öğrendim sonra. Sevdiğin insanların yanında yer alırken, sevmediklerine yapmacık sevgiler göstermemeyi. Hala onun kadar aşamamış olsam da bir şeyleri, rahatsız olduğum durumlarda sesimi çıkarmayı ondan öğrendim.
Bunların dışında, en mutlu olduğum noktaysa; sanırım bana güveniyor olması. Beni bir birey olarak, "ben" olarak kabul ediyor olması. Beni herkese karşı savunması. Bana "Sen kendi kararlarını verebilecek yaştasın." demesi ve beni kendine bir kez daha aşık etmesi. Evet, ben aşığım babama. Biliyorum, ona verdiğim değeri, ona karşı duyduğum hayranlığı başka hiçbir adama gösteremeyeceğim de. Tamam kabul, sevmediğim yönleri de var. Ama; kendimde bile sevmediğim yönler varken bunu nasıl sorun edebilirim ki?

Günün Sonunda Duygularımız Kurtaracak Bizi, Güzel Bakmaktan Vazgeçmek Neden?

Bir konu hakkında duygu yoğunluğum hat safhaya ulaştığında; yazmayı ve hissetiklerimi / düşündüklerimi bir kişi ile bile olsa insanlar...